5/12/2006

Çalıştığım binadan çıkıp kalkan servislere doğru yol alırım her akşam.. İnsanı uçuran bir rüzgar varsa İstanbul'da sabah pardesü ve şemsiye de almışsam lakin o şemsiye elimde sadece sopa görevi görür.. Sürekli ağrılı sızılı adamımdır ben.. Bu iş hayatı stresleri hastalık hastası yapmıştır beni... Bir ara panik atak bile oldum düşünün artık... Kısaca hayat çok güller gülistanlar içinde geçmez ... Ofisim merkezin içinde olmadığı için her akşam servise yürürüm... Tabi ki İstanbul'un iğrenç trafiği tam bir saatte bazı zamanlarda daha fazla sürede karşıya geçebilirsin.. Lakin insan istanbulda yaşayınca buna zorla katlanır.. Yani tecavüz ve zevk alma ikilemidir.. Serviste günlük gazetemi ve kitaplarımdan artık hangisi varsa onu okuyarak yarıda uyuklayarak gelirim... Her daim başlayıp bitiremediğim bir iki kitabım olur başucumda, çantamda... Servisten inip eve doğru on dakikalık yürüyüşüm başlar işyeri servisini kullandığım zamanlarda.. Bu sırada sırada kesik kesik şarkılar söylerim, yoluma çıkan sokak köpeklerinden rahatsız olup karşı kaldırıma geçtiğim anlar olur.. Rüzgarlı havalarda rüzgar estiçe pardesüm ve kravatım hava da dalgalanır acayip karizmatik hissederim kendimi... Eve girmeden markete uğrarım çikolatalı dondurma alırım.. Her mevsim dondurma bulundururum evde ama şimdi tam zamanıdır... Hem kaloriside az... Geldiğimde sofra hazır olur.. Ara sıra yorgun günlerin akşamında yaptığım gibi yemekte bir kadeh tekirdağ alırım buzlu ve dublesinden.. Aç karnına içince tabi az sonra hafif çarpar beni o ayrı.. Sonra da tatli bir uyku basar sabah altı civarı kalkmak uzere... Evet bu şehri seviyorum.. Burası bir virüs gibi ... İnsanın kanına girdiğinde artık çıkmıyor.. Deli deli akıp duruyor sessizce..