10/09/2013

Ayasofya Fotoğraflarım

Güneşli bir sonbahar günü. 
İstanbul tam anlamıyla turist kaynıyor.
Şehrin en turistik bölgelerinden biri olan Sultanahmet'teyim. 
Gezelim görelim programımın adresi Ayasofya. 
Girişte yüzlerce insan kuyrukta. 
Müzekartım sayesinde bilet alma sırasını geçip içeriye yönleniyorum.
Ayasofya, Bizans İmparatoru Justinianos tarafından 527-565 yılları arasındaki dönemde yapılmış.
916 yıl kilise olarak kullanılan yapı 1453'te Fatih Sultan Mehmed'in fethi ile 482 yılda cami olarak kullanılmış.
Bu kadar yıllar boyunca böyle muhteşem bir yapının hala ayakta durması muhteşem bir durum.
Halen restorasyon çalışmaları devam ediyor. İçeri de büyük inşaat iskeleleri mevcut.
Ayasofya bir isim değil sofya Yunanca da bilgelik anlamında bir kelime. Ayasofya ise yüce bilgelik demek oluyor bu durumda.
Yapı oldukça etkileyici. Klasik olacak ama insan içerisinde yürüken, mermerlere dokunurken yüz yıllarca öncesini hissediyor.
Aşağı da Ayasofya da çektiğim kareler yer almaktadır.























10/02/2013

Garip Hikayeler Serisi

Yatmak için yukarı çıktı. Odasına varan merdivenleri çifter çifter çıkmaktan hoşlanıyordu. Fakat her seferinde merdivenlerin başında büyükannesi ile karşılaşıyor, azarı işitiyordu. Beyaz başörtülü ve açık mavi geceliğiyle Saadet Hanım, elinde tuttuğu fenerin ışığıyla duvara yansıyan gölgesiyle başka alemlerden gelen hayaletler gibiydi. Yaşadıkları ev, üç katlı eski bir konaktı. Odasını küçük kardeşi Rıza ile paylaşıyordu. Rıza bazı geceler korkuyor ve abisinin yanına yatıyordu. Her ne kadar tek kişilik yatakta sıkışık bir durumda olsa da kardeşini yatağına götürmeye gönlü el vermiyordu. 

Sabah oldukça geç uyandı. Mutfağa koştu. Okula yetişmesi için çabuk olmalıydı. Karnı zil çalsa da okula geç kalıp öğretmeninden laf yemek hiç işine gelmiyordu. Aklına hükümetin açıkladığı yeni demokrasi paketi geldi. Bundan sonra sabahları  ''Andımız'' 'ı okumayacaklardı. Bununla birlikte kompozisyon derslerinde X, W, Q harflerini  kullanabileceklerdi. Ama bu pakette aklını karıştıran ( bundan sonraki seçimlerde nasıl bir sistem uygulanacağı gibi) bir çok nokta vardı. Barajı düşürmekle ne kadar demokrat olunabileceğini düşünüyordu. Ona göre bu durum ters orantılı bir eğrinin demokrasiyi kesen demoklesin kılıcı gibiydi. 

İnsanoğlunun kendi yazılı tarihi öncesinde bir Altın Çağı olduğuna hep inanmıştı. Belki de geçmişe özlem denilen bu durum insanın kendi içinde tanrılaştırdığı boş bir statü ve ölümsüzlüğe erişmenin peşinde sürüklenen ilkel beyinlerin mantıksız bir betimlemesiydi. Günahkar şehirlerin yıkıldığı, aniden ortaya çıkan meleklerin insanlara nur saçtığı zamanlarda, göklerin kapılarını açıp aşırı gürültülerin inanılmaz sessizliklere dönüşmesiyle kanunları kendi adına yürütenler bu Altın Çağa inananlar olabilir miydi?

1971 yılı şubat ayında ABD tarihteki en süreli misyonu olan insansız bir uzay aracı fırlatırken Türkiye de yaklaşık bir ay sonra yani mart ayında TürkSilahlı Kuvvetleri ''12 Mart Muhtırası'' ' nı yayınlıyordu. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Meduh Tağmaç ve diğer kuvvet komutanları imzalı bu muhtırayı Cumhurbaşkanı, Cumhuriyet Senatosu ve TBMM Başkanvekilliği'ne veriyordu. 

Cumhuriyet senatosunu yeni neslin bilmesi zor olduğundan şöyle anlatabiliriz; Cumhuriyet Senatosu; 1961 Anayasasına göre yasama organını meydana getiren iki meclisten biri olup, genel oyla seçilen 150 üye, Cumhurbaşkanınca seçilen 15 üye ve tabii üyelerden kurulan yasama organıdır. Kanunların akışını yavaşlattığı görüşü sonucu 1982 Anayasası ile yürürlükten kaldırılmıştır. 

İşte aynı tarihlerde kimin ne yaptığını belirtmek kimin nereye gideceği konusunda da bir fikir veriyor.

9/10/2013

Bozcaada İzlenimleri

Bu yaz yolumuz Bozcaada'ya düştü. Bizim gibi Bozcaada'ya gitmeyi planlayanların internette araştırma yaptıklarında belki işlerine yarayacak izlenimlerimi kısa kısa paylaşıyorum.

Bozcaada'ya Vapurdan Bakış

Esnafın arasında söz birliği olduğunu tahmin ediyorum yeme içme konaklama hediyelik ıvır zıvır alışverişte pazarlık olmuyor bir şekilde prensip tabela fiyatı uygulanıyor veya '' ilk defa geldik adaya kimseyi tanımıyoruz'' diye ayak alışsın tarzında farklı bir tarife uygulanmıyor. Oteller oda kahvaltı sistemi çalışıyor mecbur yemekleri dışarıdaki mekanlarda yemek durumundasınız. Yeme içme mekanlarına gelince feribottan inince sol tarafta adanın tahminim en tuzlu mekanları var. Boğazda ki balık lokantaları ayarında. Zaten balık fiyatları, mezeler hemen hemen ayni fiyatlarda. Mekan sahipleri ile pazarlık yaparsanız '' biz balıktan değil mezeden kazanıyoruz'' diyorlar. Örneğin sinaritin kilosunu 150 TL'y,e levreği de 80 TL'ye satıyorlar. Mezeler gerçekten İstanbul'da zor bulunabilecek türden lezzetli.

Balık Restoranları
Martı Restaurant'ta yediğimiz keçi peynirle yapılan ahtapot dolması nefisti özellikle. Öğle yemeklerinde Şükrü Usta Lokantası zeytinyağlılar ve tencere yemekleri oldukça lezzetli ve fiyatları uygundu. Duvarlarında da aşağıda görüldüğü üzere ulu önderimizin fotoğrafları var.

Şükrü Usta Lokantası
Zaten tüm yiyeceklerin zeytinyağından yapıldığını belirteyim. Çiçek Pastanesi tatlıların, kurabiye ve hamur işlerinin en meşhur mekanı. Keçi sütünden yaptıkları dondurma gayet basarili.girebiliyorsunuz. Hafif tarçınlı gelincik şerbeti ve frambuazlı, elmalı limonatalar da hemen pastanenin çaprazında ki cafe de serin serin içilebilir. Bademli sakizli kurabiyenin her yerden bulmak mümkün zaten reklamlar yoğun şekilde gözünüze çarpıyor. Sakızlı kahve ve sakızlı muhallebi de İstanbul dakilerden bir gömlek daha iyi.
Adanın dar sokakların da beyaz badanalı, mavi masalı, sandalyeli bir çok meyhane mevcut. Yunan adaların da ki tavernaları aratmayacak cinsten fakat fiyatlar konusunda tedbirli olmakta fayda var.


Simyon Meyhanesi'nin Nefis Mezeleri
Çınaraltı Cafe günün her saati ada sakinleri ve turistlerin çay ve kahvelerini yudumladıkları ulu bir çınarın altı. Ben adaçayı içtim. Bir de patlıcanlı böreğini denedim fakat sindirim sistemime pek iyi gelmedi açıkçası.

Çınaraltı Cafe
Adanın her yerinden denize girilebiliyor fakat tuvalet ve duş imkanı olan doğal plaj Ayazma mevki. Şezlong şemsiye kirası 15 TL. Deniz olduça soğuk temmuz ayında bile.


Ayazma Plajı Panoroma
                                  
Ayazma Plajı                       
Ayazma Plajı
Eğer beach olayına takılalım diyorsanız 25 TL.ye Pelagos Beach'e gidebilirsiniz. Biz garsonla sohbet sonucu bu fiyata bir türk kahvesi ve bir ufak shot margarita da dahil ettirdik. Havuz çocuklar içinde uygun fakat ekstra içelim yiyelim derseniz fiyatları önceden sorun. 


Pelagos Beach
Ayrıca Çapraz Tatil Köyü'ne de günlük giriş yapıp aqua parktan faydalanabiliyorsunuz. Çocuklar için gayet keyifli bir mekan. Giriş 15 TL. Fakat bu iki lokalde acayip rüzgar alıyor. Ayazma plajı rüzgarı fazla olmayan en uygun denize girilebilecek yer.
Herkesin malumu ada şarapçılık ile meşhur. Merkezde Corvus, Talay, Ataol şaraplarının satış yerleri var zaten fabrikaları da yakın yerlerde. Fakat 1 temmuz itibariyle kanun koyucu şarap satış yerlerinde tadım olayını yasaklamış. Kısaca artık şarabı tatmadan almak durumundasınız. En kurumsal, en iyi reklamını yapan ve en pahalı şaraplar Corvus şarapları. Satış noktalarında bulunan afişlerine göre başkan Obama bile bu şaraptan içmiş. Corvus'u bağlarına girmek yasak. Dünyanın en düzenli bağları olduğunu söylediler. Tabi ankara'nın bağları gibi olamaz sanırım !

Egemen ve Corvus Afişi
Corvus Şarapları
Corvus Fabrika Satış Yeri
Birazda magazin. Adanın en meşhur şahsiyetlerinden biri Ata Demirer. Evinin yeri de herkes tarafindan biliniyor keza esnaftan bir amca bize evinin kalenin sol tarafında olduğunu söyledi. Zaten ada küçük bir yer kalenin ya sağında ya solunda olacak doğal olarak. Eyvah Eyvah filmlerinin 3.sunun de senaryosunu yazıp notere onaylatmış. Efendi kişilik olarak anlatılıyor. Diğer bilindik kişi gazeteci Haluk Şahin. Yaklaşik 25 seneden fazla ada da yaşiyormuş. Kitapları Çiçek Pastanesi ve pastanenin fırının da satılıyor. Ben de bir tanesini satın aldım. Hayatım da ilk defa pastaneden kitap almış oldum bu arada.
Bir dönemler ''Süper Baba'' dizisi müzikleriyle tanınmış, doksanların Türk popüler müziğimeşhurlarından Oya - Bora ikilisini de bir kaç defa etrafta gördüm.
Bozcaada sanatçılar için biçilmiş kaftan ortam olarak. Etrafta rastladığım insanlar içinde de dış görünüş itibariyle şair, ressam görüntüsü veren insanlar vardı. Belki de adanın ambiyansından mıdır nedir sanatçı havasında dolaşıyorlardır kim bilir?

Bozcaada'nın Rüzgargülleri
Bozcaada Gün Batımı
Sonuç olarak bir daha Bozcaada'ya gider miyim ? Evet, yukarıda ki güneşin batışını bir kere daha izlemek için  giderim .


Fotoğraflardan oluşturulan Bozcaada videosu 





7/30/2013

Bazı şeyler




Bazı zamanIar vardır. Her şeyi yapabileceğinize inandığınız ama o her şey nasıl bir şey ise bir türlü yapmaya cesaret edemediğiniz zamanlar. Aslında çok zor olan fakat çok kolaymış gibi görünen veya çok kolay olduğu halde çok zor olduğu düşünülen şeylerin gerçeğe dönüşememesi. Yıllarca isim konmaya çalışılan ama zamanı geldiğin de koyacak isim bulunulamayan şeyler misali. Dilin ucunda olan melodinin nakaratını hatırlayamamak gibi. Varken aranmayan yokken boşluğu hissedilen şeyler gibi. Bazen yeni tanıdığımız birini uzun yıllardır biliyormuşuz gibi gelir. Hiç gitmediğimiz bir şehrin sokakları caddeleri beynimizin içindedir sanki. Daha ilk sayfasını çevirmeden sonunu bildiğimiz bir romandır o şey. Melih abinin bestesidir hani yıldızlar yanıp sönerken bir yıldız kayar da birden. Bilinmezdir, sebepsizdir, sestir, nefestir.

6/14/2013

Occupy Taksim


Günlerdir Taksim Gezi Parkı'nda yaşananlar milyonlarca insan tarafından her türlü platformda konuşuldu, tartışıldı, yazıldı, çizildi. Hatta Duman grubu direnişin şarkısını yaptı.

  
Gezi Parkı direnişini anlatan ilk kitap '' Gezi Günlükleri', Yazılama Yayınevi tarafından basıldı ve satışa çıktı bile.
Bir çok sanatçı tarafından özgün çalışmalar da arka arkaya geliyor ve gelecekte...
Ben de sadece kendi blog yazı tarihime not düşmesi amacıyla fikirlerimi buraya yazıyorum. Yoksa çok derin derin analizler yapacak veya kimsenin bugüne kadar söylemediği parlak bir fikir parıltısını sosyal medya ortamına salacak değilim.
Bugün itibariyle geldiğimiz noktaya baktığım da başbakanın ve valinin yaptığı görüşmelerde, direnişlerin sonuna geldiği gibi bir izlenim var veya öyle bir hava, devlet ve hükümet yetkilileri tarafından yaratılmak isteniyor. Üç haftadır süregelen olayların patlak vermesinde ki ilk kıvılcım olan polisin orantısız güç kullanımı, yetkililerinde hali hazırda rahatsızlık duyduğu bir durum. Kamuoyuna yansıtılmak istenen bütün yaşananların çevreci kaygılar sonucunda meydana geldiği ve Gezi Parkı ile ilgili sonuca ulaşıldığında ortamı biber gazı bulutları yerine pembe bulutların kaplayacağı yönünde. Yetkililer, tüm direniş ve olayların aslında hükümete olan tepkiden kaynaklandığını kabullenmemeye devam edeceklermiş gibi gözüküyor.
Direnişin bugünlere kadar gelmesi doğal olarak iktidar tarafında rahatsızlık yaratmakta ve  kendi tabanına  iktidar zayıflığı olarak yansımakta. Ayrıca hükümetin demokrasiye aykırı olarak yorumlanacak uygulamaları Avrupa Birliği'ne kadar ulaştı ve haklı tepkiler doğurdu. Bununla birlikte başbakanın sert uslubu, Türkiye'nin dünya da zayıf olarak kabul edilen demokrasi karnesini daha da vahim seviyelere sürükledi. Ekonomiye olan negatif yansımaları, turizmin alacağı ağır darbeleri zaten sokakta yürüyen her vatandaş biliyor. Neyse ki dikkat çektiğim bu noktalar sanırım başbakanın yakın çevresi tarafından da kendisine benimsetildi. Son iki günde kendisinden gelen sinyaller de yumuşama yönünde. Sonuçta çok büyük bir ihtimalle Türkiye'nin on ikinci cumhurbaşkanı olacak olan Recep Tayyip Erdoğan dünyaya böyle olumsuz bir imaj vermek istemiyor. Her ne kadar biz Türklerin toplumsal hafızası zayıf olsa da dünya vatandaşları biraz daha çemberi daraltırsak Batılılar bizim gibi değiller. Osmanlının yüz yıllar önce Avrupalıların büyük büyük dedelerine yaşattıkları her daim hafızalarının bir köşesinde saklı dururken kendi gencine gaz sıkan, orantısız güç uygulayan bir hükümetin mensupları uzun yıllar boyu unutulmaz.

5/22/2013

Kütüphanem





2013 yılı mayıs ayı itibariyle kütüphanem de bulunan kitaplarımı paylaşmaya ve bu sayede de bir şekilde kitaplarımı liste şeklinde kayıt altına almaya karar verdim. Listeyi onar onar arka kapak yazıları dahilinde paylaşacağım.
Umarım bir gün bu liste ilk etapta 1000 adete sonra da daha fazlasına ulaşır.

1* Küllerin Mirası ( Bir CIA Tarihi) -
Tim Weiner (2007)

Amerika 11 Eylül saldırılarından yıllar sonra bile hâlâ birinci sınıf bir casus servisinden yoksun. New York Times yazarı Tim Weiner yeni kitabıyla Amerika'nın güvenini asla hak etmemiş temelleri dayanıksız bir organizasyon olan CIA'yi itham ediyor.

Son altmış yıldır CIA, kötü siciline rağmen korkunç şöhretini korumayı başardı. Dünyayı anlamaktaki kabiliyetsizliği savaşlara yol açtı ve Beyaz Saray'ın temellerini çürüttü. Kendi gücünü korumak için başkanlara, yasa koyuculara ve Amerikan halkına masal okudu.
Küllerin Mirası 2. Dünya Savaşı'nın son yıllarından Irak'taki savaşa kadar CIA tarihini ele alıyor. Önemli bir kısmı CIA arşivlerinden olmak üzere 50 binden fazla belge ve her on yıllık süreçlerde İstihbarat Servisi'nin başkanı dahil yüzlerce CIA ajanı ile yapılmış röportajlar. Bu kitaptaki her şey kayıtlara dayanıyor. Ne isimsiz bir kaynak ne de imzasız bir alıntıya rastlayabilirsiniz.

Gündeme bomba gibi düşeceği kuşkusuz şok edici açıklamalarla Tim Weiner masalların ardındaki gerçeği sorguluyor: Amerika'nın en ünlü istihbarat servisi yıkılmaya yüz tutmuş durumda ve hataları ulusal güvenliği derinden sarsabilir. (Tanıtım Yazısından)

2* Işık Bahçeleri - Amin Maalouf (1993)

Çağdaşımız Mani...Hoşgörü peygamberi Mani....

Amin Maalouf diğer romanlarında olduğu gibi yine bir karakterin yaşamı üzerinden dünyaya açılarak yapıtını kuruyor. Mani'nin inancı ve öyküsü Hıristiyanlık çağının şafağında, İsa'nın ölümünden iki yüz yıl sonra başlar. Bizim çağımızın da kahramanı olabilecek Mani, yaşam öyküsüyle, son nefesine kadar savunduğu inancının oluşturduğu kişisel tarihiyle, o dönemden yani 2. yüzyıldanberi hala varolan politik sorunlara da işaret etmiş oluyor.

Mani'den bugüne, "sanat ve coşku kaynağı olan kitaplarından, bağışlayıcı dininden, coşkulu arayışlarından, insan, doğa ve tanrısallık arasında uyum isteyen çağrısından geriye " çok az şey kalmış olsa da; bağnazlık ve iktidar hırsı yapıtını yok etmeye çalışsa da Amin Maalouf onun Aydınlıklar'a açılan inancını ele alıyor ve Mani'nin öyküsüyle bugüne "ışık" tutuyor.Çağın getirdiği felaketleri öngörmeyi nasıl öğrenebiliriz? (Arka Kapak)

3* Ekonomi üzerine Hemen Her Şey -
John Kenneth Galbraith Nicole Salinger (1998)
Harvard Üniversitesi'nin ünlü ekonomi profesörü John Kenneth Galbraith, "Küreselleşme" ve "Özelleştirme" sloganlarıyla, sosyalizmin çöküşü kapitalizmin zaferiymiş gibi sunulmak istenen toplum ve ekonomik düzen anlayışının temelindeki "serbest pazar" savının geçersizliğini ortya koyarak insanlığı uyarma görevini yerine getiren bilim adamlarından biridir.

Galbraith'in "Ekonomi Üzerine Hemen Herşey" adlı kitabının ana görüşü "serbest pazar" savının boşluğu olduğundan ikinci basımına, "Pazar Ekonomisi Masalı ve Gerçekler" üst başlığını ekledik. Prof. Dr. Özer Ozankaya'nın çevirisiyle bu önemli kitabı okurlarımıza sunuyoruz. (Arka Kapak)

4* Yüzüklerin Efendisi -
 J.R.R. Tolkien (1954)

Dünya ikiye bölünmüştür, denir Tolkienın yapıtı söz konusu olduğunda: Yüzüklerin Efendisini okumuş olanlar ve okuyacak olanlar. 1997 ile birlikte, çok sayıda Türkiyeli okur da "okumuş olanlar" safına geçme fırsatı buldu. Kitabın Türkçe basımı Yüzüklerin Efendisine duyulan ilginin evrenselliğini kanıtladı. 

Yapıtın bu başarısını taçlandırmak için üç kısmı bir araya getiren bu özel, tek cilt edisyonu sunuyoruz. Hem hâlâ okumamış, "okuyacak olanlar" için, hem de bu güzel kitabın kütüphanenizde gelecek kuşaklara devrolacak kadar kalıcı olması için... 

Yüzüklerin Efendisi yirminci yüzyılın en çok okunan yüz kitabı arasında en başta geliyor; bilimkurgu, fantazi, polisiye, best-seller ya da ana akım demeden, tüm edebiyat türleri arasında tartışmasız bir önderliğe sahip. Bir açıdan bakarsanız bir fantazi romanı, başka bir açıdan baktığınızda, insanlık durumu, sorumluluk, iktidar ve savaş üzerine bir roman. bir yolculuk, bir büyüme öyküsü; fedakarlık ve dostluk üzerine, hırs ve ihanet üzerine bir roman. (Arka Kapak)

5* Osmanlı Barışı – İlber Ortaylı ( 2003 )

İlber Ortaylı’nın Osmanlı ekseninde geliştirdiği tarihçilik çizgisinden bir demet. Kitapta “Osmanlı Barışı” merkezde olmak kaydıyla Osmanlı aydınından hoşgörüyle, Türk aile yapısı ve son asırda uğradığı dejenerasyonun boyutlarından Osmanlı saraylarının 19. yüzyılda geçirdiği değişimlere; medresenin son güneşi dediği Cevdet Paşa’nın Avrupa tarihini nasıl okuduğundannzimat’ın tarikatlara bakışına ve nihayet tarihten gelen marazi taraflarımızın yoğun olarak analiz edildiği çok yönlü bir çaba ile karşılaşacaksınız. Tarihçiliği sürekli yapılan bir antrenmana benzeten Ortaylı’nın, tarihin şaşırtıcı uçlarına açtığı yeni menfezleri olarak da görebilirsiniz Osmanlı Barışı’nı.

"Osmanlı Barışı (Pax Ottomana) şüphesiz bir sistemin adıdır ve son yıllarda Roma barışı (Pax Romana) gibi çok kullanılmaya başlanmıştır. Şunu söylemek gerek ki bu bir abartma tabir değildir, yanlış da değildir. Tarihin bir döneminde, Osmanlı İmparatorluğu′nun özellikle Balkanlar ve Ortadoğu’da kendini ortaya koymasıdır. Bugün Doğu dünyasında uluslar sorunun kökleri Osmanlı devrine gidiyor. Çözümsüzlükler kadar çözüm ümidi de Osmanlı devrine gidiyor.

İstanbul’un fethi ve II. Mehmed’in (Fatih) idaresi ile Osmanlı barışının temelleri atılmıştır. Osmanlı yeni dünya şartlarına intibak eden ve uluslaşmaya geçişi sağlayan son imparatorluktur. Yerel kültürleri yok eden koloni imparatorluklarının aksine (İngilizler Hindî sınıfını, Fransızlar Mağrib Arab medeniyetini yok ettiler) Osmanlı İmparatorluğu yerel kültürleri ve küçük hakları da ulus çağına taşımıştır. 

Bu kitapta değişik başlıklar altında Osmanlı Barışı’nın izlerini göreceksiniz. (Arka Kapak)

6* Aşırı Gürültülür ve İnanılmaz Yakın – Jonathan Safran Foer (2008)

11 Eylül’de babasını kaybeden Oskar, birkaç sene sonra mavi bir vazonun içinde bir anahtar bulur… Anahtar babasına aittir ait olmasına da, New York şehrindeki 162 milyon kilitten hangisini açmaktadır?
Amerikalı yazar Jonathan Safran Foer, Günther Grass’ın Teneke Trampet’inden, Paul Auster’ın Ay Sarayı’ndan ve Italo Calvino’nun yazınındaki muzip dinamizmden izler taşıyan Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın’da insanlık deneyimini şaşırtıcı tesadüfler, derin acılar, büyük yalnızlıklar, iç içe geçmiş hayatlar ve sınırsız bir yaşama sevinci merceğiyle konu ediyor. Amerika’da büyük ilgi gören ve ses getiren roman, akıcı dili, zengin anlatımı ve çığır açan tekniğiyle içinde yaşadığımız zamanların bir klasiği.

“Azıcık öpüşebilir miyiz?” dedim.

“Pardon?” dedi ama yüzünü geri çekmedi. “Benim sizden hoşlandığım gibi, sizin de benden hoşlandığınızı görebiliyorum.” “Bence iyi bir fikir değil bu,” dedi. Hayal kırıklığı 4. Neden, diye sordum. “Çünkü ben kırk sekiz yaşındayım, sen ise on iki,” dedi. “E?” “Ve evliyim.” “E?” “Ve seni tanımıyorum bile.” “Beni tanıyormuşsunuz gibi gelmiyor mu size yani?” Yanıt vermedi. “Kızaran, gülen, dine inanan, savaş açan ve dudaklarıyla öpüşen tek hayvan, insandır,” dedim. “Yani bir bakıma, ne kadar çok dudaktan öpüşürsen o kadar çok insansın demektir.” “Ya daha çok savaş açarsan?” Bu sefer yanıt veremeyen bendim. “Sen tatlı bir çocuksun,” dedi. “Delikanlı,” diye düzelttim. “Ama bence bu, iyi bir fikir değil.” “İyi fikir olmak zorunda mı?” “Bence zorunda.”
“Hiç değilse bir resminizi çekebilir miyim?”

Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın, kayıplara, arayışlara, insan ilişkilerine, yalnızlığa, kalabalıklara, acıya ve coşkuya, içinde yaşadığımız şehirlerin labirentlerine, asla adresine ulaşamayan mektuplara, gece yarısı anlatılan masallara, rüyalara ve gerçeklere, söylenen ve asla söylenememiş sözlere dair çarpıcı, eğlenceli, sürprizli ve birazcık da sihirli bir roman. (Arka Kapak)

7* İş Hayatında Performansı Üç Yasası – Steve Zaffron & Dave Logan (2009)

Bu kitabı okusanız ve bunu hızla yapsanız iyi olur, çünkü kuruluşunuzun geleceğinin anahtarı bu satırlar arasında gizli. Dr. Clotaire Rapaille ( Çoksatan The Culture Code kitabının yazarı.)
Çığır açan performansın şifrelerini sonuna kadar deşifre ediyor. Farklı işlerde kazanılan özel başarıların hikâyesini okuyarak, bu şifrelerin yadsınamaz olduğunu göreceksiniz. Yeni kuşak yöneticiler ve liderler için zorunlu bir okuma.- Bob Young (Lockheed Corporation'ın eski başkanı)

Bu kitap, ne yaptığımızı göremediğimiz ve gerçekten nelerin olup bittiğini saptayamadığımız zamanlar için kusursuz bir anımsatıcı. Performansın Üç Yasası, derin sonuçlar yaratacak düşünce ve teknikler sunarak hedefi on ikiden vuruyor. -David Allen, (Getting Things Done kitabının yazarı)

Bu üç değişmez yasayı özümsemeniz, sınırlarınızın ötesinde bir performans sergilemenizi sağlayacak. Kusursuz muhakeme, berrak bir dil, ikna edici örnekler... Sihirli denebilecek kadar aydınlatıcı bir okuma...-Chris Argyis (Harvard Üniversitesi İşletme profesörü)
(Tanıtım Bülteninden)

8* Destina - Mine G.Kırıkkant (2008)

Bu romanda yazılı herşey doğru, hiç bir şey gerçek değildir …
Henüz yaşanmamış yakın bir geleceği anlattığı Destinada "Bu romanda yazılı her şey doğru, hiçbir şey gerçek değildir" diyor Mine G. Kırıkkanat.

Bu yakın gelecekte, İstanbul Küresel Yönetişimin idaresine geçmiş, Türkler de göç ettikleri farklı ülkelerde asimilasyona uğramıştır. Haç ile Hilalin savaşı sona ermiş, yerini Hıristiyanlığın mezhep çatışması almıştır. Bu savaşın galibini, Romanın ilk Hıristiyan imparatoru ve Konstantinopolisi başkent yaparak Hıristiyanlığa armağan eden Büyük Konstantinin soyundan gelen bir vârisin bulunması ya da tam tersi ortadan kaldırılması belirleyecektir. Konuya ve bölgeye hâkim olmaları nedeniyle seçilen üç Türk ajan, rüyaların izinden giderek çıktıkları zaman yolculuğunda kıyasıya bir mücadelenin tam ortasında bulacaklardır kendilerini. 

Soluk soluğa bir maceranın film kareleri gibi aktığı, müthiş bir hayal gücünün ürünü Destina, okurun elinden bırakamayacağı ve uzun süre etkisinden kurtulamayacağı son derece çarpıcı bir roman.

Ama gerçek, ergeç doğrulanır. 
(Arka Kapak)


9* Karikatürler-1 – Selçuk Erdem (1997)

Selçuk Erdem'in hazırladığı karikatür kitabı.

10* Musa'nın AKP'si – Ergün Poyraz (2007)

Yazdığı her kitap olay olan Ergün Poyraz bu kitabı ile de AKP'yi sallayacak. Daha önce Refah Partisi ve Milli Gençlik Vakıfları'nı kapattıran, Milli Görüşçülerin ileri gelenleri hakkında idam talepli davalar açılmasında kanıt olan, Fazilet Partisi'nin kapatılmasında, Fetullah Gülen aleyhinde Ankara DGM'de açılan davada en önemli deliller yine yazarın yazdığı kitaplardı. Fethullah Gülen, yazar hakkında faiziyle birlikte beş milyarlık tazminat davası açmış ve kaybetmişti. Misyonerler Arasında Altı Ay adlı kitabı ile misyonerlerin ülkemizdeki faaliyetlerini deşifre eden yazar,Çoban Sülü adlı kitabıyla da Demirel ailesinin ülkemizde sergiledikleri olumsuzlukları, yolsuzlukları gün yüzüne çıkarmıştı...

Poyraz bu kitabında, AKP'nin kuruluşunda Yahudi desteğinin yanında ABD ve İngiliz istihbaratının katkılarına, 1969 yılında başlayan ve Erbakan'ın bağımsız olarak Konyada başladığı bu siyasi hareketin geldiği son merhaleye yer veriyor; Tayip ailesinin ve AKP önde gelenlerinin karıştığı yolsuzluklar kitabın en önemli konularını oluşturuyor. AKP Bağcılar Belediye Başkanı'nın, kendilerini istemeyenleri "Fareler ve Sülükler"e benzetmesini hayretle okuyacak ve bizleri yönetmek için talip olanları gerçek kimlikleri ile tanıyacak, milletimizi, farelere ve sülüklere benzeten bu insanlara hadlerini bildirmek için, kendinizde yepyeni bir kuvvet bulacaksınız. (Arka Kapak)

5/14/2013

Futbol ve Çöpe Gidenler


02.Mayıs.2013 günü Fenerbahçe'nin UEFA kupası yarı final maçından önce aşağıdaki yazıyı yazmıştım malum sosyal paylaşım ağında;
'' Seksenler ilkokul yıllarım, stadlarda seyircilerin hala ikiye bölündüğü zamanlar, FB ile BKJ ve GS aynı derece de birbirlerine rakip ve Avrupa da esamemiz yok, ara sıra parlıyoruz. Derwall'in gelişi Avrupa arenasında Türk futbolunu biraz kımıldatıyor. Seksenlerin ikinci yarısından sonra ortaokuldayım. FB'nin GS'yi üçten dört yaptığı maç Göç'te (okulumun yanında ki büfe ) seyrediyoruz maçı FB ve GS'lılar karışık, gayet fanatizmden uzağız. Aynı yıllar GS ile Neuchatel Xamax'a beş atıyor, lise bahçesinde hepimiz coşuyoruz. Doksanlar artık üniversitedeyim. Aziz Yıldırım yönetimlerinin artık futbol sevgisinin paraya çevirdiği dönemlerin başı. Papazın çayırı yok, futbol mabedlerine geçiş dönemi ve başrolde Aziz Yıldırım. Ötekileşme , cumhuriyete geçiş ve paralı müşteri çağları . Maçlarda rakip taraftarlar kümeste misali ıkışıp kakıştırıldıkları günler. Galatasaray'ın Avrupa da tarih yazma süreci. Bu sırada Aziz Yıldırım'dan kaynaklı doğan FB düşmanlığı. Benimde dahil olduğum FB antipatisi derken yıllar geçip gitti. Bu akşama geldik. En büyük rakibimizin Avrupa da bizi yakalayabilme adına geldiği yolun son adımı. Türk futbolu içinse 13 yıl aradan sonra Avrupa'ya ve dünyaya tekrar kendini hatırlatma fırsatı. Real Madrid'e elenen GS'ın Avrupa da günlerce konuşulduğu bir ortamda artık bu ülkeye futbol da ikinci kupanın gelme zamanı. Tüm Fenerbahçeliler kadar heyecanla bekliyorum finali. Yolunuz Amsterdam olsun kardeşlerim.''
Aklıselim bir çok Galatasaray taraftarının da benim paralelimde düşündüğüne inanarak gayet samimi duygulardı o gün yazdıklarım. Ne yazık ki 10 gün sonraki FB-GS maçında yaşananlar bu yazdıklarımı çöpe attırdı. Kendi içimizde birbirimizi yerken Avrupa da bir olmak çok anlamsız geliyor artık.


Kaos


Yukarıda ki fotoğrafı akşam üzerine doğru çekmiştim. Güneş batmak üzereyken harika bir mavilik kaplamıştı gökyüzünü. Son dönemlerde bu topraklarda da sürekli güneş batıyor ama ertesi gün yeniden doğmuyor sanki. Sürekli akşam karanlığında ülke. Karanlığa çekiliyor gibiyiz. Kardeşlik , centilmenlik dediğimiz spor olgusu yerini düşmanlığa ve ne yazık ki cinayetlere bıraktı. Birileri kazanı kaynatırken bir yanda da altına odun üstüne odun atıyor. Kaos ortamından her zaman birileri fayda görmüştür ve görmeye devam edecektir.

Aşağıdaki tablo da karanlığa doğru koşunun çarpıcı tespitlerinden biri;

Tarih : 11.Mayıs.2013
Reyhanlı saldırısı akşamı;

TRT 1'de: Osmanlı Tokadı
Show Tv'de: Benzemez Kimse Sana
ATV'de: Yağmurdan Kaçarken
Fox'da : Lale Devri
Star Tv'de: Survivor
Kanal D: Ben Bilmem Eşim Bilir

Sanırım saldırı Papua Yeni Gine'de oldu ki bu kadar duyarsızlar. Hain bir saldırıda 45 kişi hayatını kaybetmiş, 100 kişi yaralanmış bir ülkenin insanları bu kadar vurdum duymaz olamazlardı sanırım. Devam devam. Hatay yaşadığınız yerlere uzak ya, sizi bağlamaz değil mi? Elbet bir gün size de dokunur.

Yönetici: Ferdi Özmen

5/11/2013

Geçersiz geçenler



Gecelerin gündüze, uykuların kabusa döndüğü günlerin başladığı, bilinmezlere hikayeler üretip, sağırlara bateri dersleri verildiği , soğuk rüzgarların ılığa dönmesinin beklendiği o  gri dakikaların başlama vuruşu yapılmıştı artık. Kaçmak ile saklanmak arasındaki ince çizginin sarı bir tebeşir ile çizildiği, Ege denizi ile Akdeniz'in birbirine karışmadığı bir coğrafya da ne geçmişe müdahale etmek, ne de geleceğe ipotek koymak imkansızdı. 
Birilerinin kazanırken diğerlerinin sünger gibi emildiği, paranın pul, aşkın koca bir yalan olduğu mekanlar da beyaz yalanlar söyleyenler çoktan saklandıkları deliklere dönmüşlerdi. Huzursuzluklarını ölü balıklara bayat ekmek kırıntısı savurarak gidermeye çalışıyorlardı.
Her şeyin sebebi yoksa İstanbul muydu ? Yavaş yavaş ama sanki bir anda yükselen gökdelenler mi yoksa kapkara caddelerin katran karası şeritlerinde son sürat giden yeni yetmeler mi ? Cevap bulamadığı sorulara anlamsız görevler yüklemek, özneyi cümlenin sonuna yüklemi de başına koymayı alışkanlık edinen sığ suların cesur yüzücülerine mi benzemekti korktuğu...
Sanmam... 

1/30/2013

Uçuşan Fikirler Romanı




Şehre sonbahar gelmişti artık rüzgar soğuk esiyordu gibi bir cümle ile bir romana başlamak ne kadar havalı olurdu aslında. Devamında da şöyle yazılsaydı, koskoca bir yazı mücadele ile geçirmişti onun için gelinen sonuç ise elindeki kenarları kıvrılmış kişisel ajandası, depresyon ilaçları ile vitaminler bir de bitter çikolatalı gofreti ile yine yapayalnız evine dönmekti. Sabretmeye devam etmesi ilerleyen günlerde yıpranıp üzüleceği , hiç istemediği sözcükler ağzından döküleceği hatta kendini en dipte hissedeceği bu  süreçte belki kader belki de şans belki de hiç haz etmediği birilerinin desteği ve ama çoğu zaman kendi çabası ile çok kısa kim bilir belki de çok çok uzun sürecek bu karabasan döneminde hayatı ve hayatta sevdiği tek kadın annesi için tüm  yaşanan şanssızlıkların son bulacağı inancı ile yeniden arayışlarına başlayabilirdi gibisinden kaybedilmişlik, ayakta kalabilme çabası ve yaşama bağlanabilme hissinin bir arada sunulduğu basit bir hayata dair sıradan bir romanın giriş paragrafı olamaz mıydı acaba ? 

Alın Yazısı ve Kader


                                                           

Alın yazısı ile ekürisi kader insanoğlunun şans ve bilinci ile o kadar iç içe geçmiş bir halde varlığını sürdürüyor ki nefes alınan her anda bu eküri ile hepimiz yüzyüze kalıyoruz.  Alın yazısı ve kader bazıları için şansa, bazıları da kişinin kendi davranışsal yaklaşımlarına bağlıyor. Aslında hepsi çelik bir halat gibi tüm yaşam döngümüzü sarmış durumda. Örnek , büyük beklentiler ile girilen sınavlar, binlerin içinden ellilere yüzlere kalmak, hedefe ulaştığını sanmak, kişisel tatminsizlikler yanında beklenmeyen krizler yaşamak, zorunlu değişiklikler yapmak, tecrübe noksanlıkları, hayatın maddi eksen üzerinde dönmesi, içinde bulunulan ortama adaptasyon sorunu, duygusal bağlarını koparamamak, tamamen kendi dışında gelişen siyaset, ticaret, kişisel çıkarlar ve kavgalar, tesadüfler, geçmişe özlem ve bunun getirdiği birliktelikler, hataların tekrarlanması ve bir sürü olay. Bunların tamamı ne kader ne şans ne de insanın bilinçli hareketleri sonucu ortaya çıkıyor diye düşünüyorum aslında. İlahi bir denge bu yaşananlar, belki de bir kaos ortamı. Ama insan hayatının gerçeği tamamen  bu bence. Gerçekler ile yüzleşebilenler bu döngüyü bir noktada kırıyorlar ama cesaretsizler bu döngü içinde dönüp hep en başlangıç noktaya tekrar tekrar geliyorlar.