9/25/2008

Hayat Devam Ederken

Yaşamın normal seyrinde akıp gittiği , sanki öylesine yaşayarak günleri arka arkaya devirip geride bıraktığımız zamanlarda hayat bir anda ortaya öyle olaylar koyar ki aslında monoton gözüken sıradan hayatımızın ne kadar değerli olduğu olgusunu hatırlatır.

Eylül ayının ilk haftası yaşadığımız annemin kalp krizi geçirmesi ve sonrasında geçen süreç, anlatmaya çalıştığım hayatın değerine dair verebileceğim en çarpıcı örnektir.

Otuzlu yaşlarımın tam ortasına geldiğim bu dönemlere baktığımda yakın çevremde ki dünyaya gelenlerin sayısının önemli ölçüde artması yanında, uzun yıllardır yani küçüklüğümden beri tanıdığım bildiğim yakın çevrem olsun dış dünyadan olsun hayatını kaybeden insanların sayısının çocukluk ve yirmili yaşlarıma kıyasla belkide göreceli olacak ama bana çok fazla geldiği duygusudur.

Çok klasik ama çokta doğrudur ki insan yaşlandığını kendisinden büyüklerin sayısının giderek azalmasıyla farkına varıyor. İnsan çocukluk ve gençlik dönemlerinde aile büyükleriyle sanki her daim bir arada olacakmış gibi onları hiç kaybetmeyecekmiş gibi düşünüyor. Hayatın gerçekleri ile karşılaşınca ise bir dolu havada uçuşan duygu ve düşünce ile kalıveriyor bir anda.

Ne mutlu ki geçen ay yaşadığımız bunalımlı günler yerini sağlık haberlerine bıraktı ve oğullarımın gelişinin heyecanına kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Doktorumuz Bora Bey’in belirlediği tarih 9 Ekim Perşembe günü fakat bu tarihe kadar her an doğum gerçekleşebilirmiş. Bu yüzden hazırlıklı olmalıymışız. Zaten geçtiğimiz iki haftadan beri her şekilde hazırlığımız tamamlandı. Hale’nin bavulu kapının yanında hazır olarak bekliyor.

İşin adrenalin yüklü tarafı ise doktorun söyledikleri. Bebekler ne zaman canları isterse gelebilirlermiş ve bu durum genelde gece saatlerinde vuku bulurmuş. İşte baba olmak bundan sonra başlıyor diye düşünüyorum. Hamilelik süresince her türlü sıkıntıyı yaşayan anne artık yükün bir bölümünü de babaya aktarıyor.

Babalar için hamilelik en rahat dönem sadece rutin hayata ev işleri dahil oluyor. Bu süreçte ortada henüz birşey olmadığı için babalık duygusunun farkındalığı çok düşük. Fakat doğum sancıları başladığında babalık o an itibariyle başlıyor.

Kişisel öncelikli tercihim olan sancı yaşanmadan beklenen tarihte doğumun olması sonucunda ise sanırım oğullarım ile karşılaşılaşacağım ilk an babalık duygusunu tam anlamıyla hissedeceğim diye düşünüyorum.

Hayatımızda uzun veya kısa olsun belirlenmiş zamanların geçmesi zorunlu olduğu durumlar vardır. Başarılı olduğunuza emin olup sonucunu beklediğiniz sınavlar gibi askerliği tamamlayıp eve döneceğiniz terhis günü gibi çok iyi geçmiş bir iş görüşmesinden beklenen işe kabul edilme haberi gibi.

Fakat insanın çocuklarının doğacağı günü beklemesi ve bunun için en az yedi ay boyunca günleri, haftaları sayması diğer hiç bir duruma benzemiyormuş. Yaşamış ve tecrübe etmiş oldum.

Son günlere doğru yaklaştıkça bu duygu iyice değişik formlara giriyor ve düşünceler sürekli o günün üzerinde yoğunlaşıp tekrar tekrar beyinde yaşanıyor. Daha önceden hiç bilmediğim sadece çevremden gördüğüm ve duyduğum bir hayat düzeni içine giriyorum ki bu hayat belki yıllar boyunca benim değil doğacak çocuklarımın üzerine inşa edilecek olması gerektiği gibi.

Günlerce, aylarca, yıllarca sürecek hareketli bir çarkın içine gireceğim fakat şu anda öyle bekliyorum sessizce tam anlamıyla kuzu gibi.

Ve hayatımda ilk defa bir belirsizlik beni hiç endişelendirmiyor, korkutmuyor.

7/28/2008

Hayat Devam Ederken

Hayat her gün yeniden başlamaya devam etti geçen iki ayda.

Daha da bir heyecan ve sabırsızca başladı her yeni gün. Ekim ayının ilk haftasına kadar da sürecek bu maraton.

2008 senesi Badalıoğlu Ailesi tarihinin en önemli senesi olarak yerini aldı yıllar arasında.

Aile ikiden dörde mutluluklar milyon kare dörde katlandı.

Bu arada yeni bir iş , yeni bir ortam 20.06.2008 itibariyle özgeçmişimin en sonundaki yerini aldı.

5/29/2008

Günün Sözü

İnsanların birbirini tanıması için en iyi zaman, ayrılmalarına en yakın zamandır.

Dostoyevski

5/28/2008

Avrupa Şampiyonası Öncesi Türk Milli Futbol Takımımız

2008 Avrupa Futbol Şampiyonası daha başlamadan milli takım o kadar çok eleştirildi ki maçlar oynandıktan sonra insanlar ne konuşacak merak ediyorum.

Öncelikle Fatih Terim'in seçtiği kadro çok eleştirildi.Bugün itibariyle kadrodan çıkarılanlar tartışılmaya başlandı.

Türk milleti olarak her konuda engin deneyime sahip olan bizler bu futbol konusunu o kadar çok iyi biliyoruz ki hatta tüm liglerde oynayan futbolcuları çok iyi tanıyoruz, antrenmanlarda hep beraberiz bundan dolayıda kendimizde milli takım kadrosunu kurma hakkını görüyoruz.

Sonuçta sokakta her şey konuşuluyor ama gazeteci ve spor yazarları, toplumu yönlendirebilen bu insanlar tamamen yazıları okunsun ve gazeteleri daha çok satsın,televizyondaki programları daha çok izlensin diye sınırsız, fütursuz, kimi zaman dayanaksız iddalar ile kendilerine çıkar sağlama peşindeler.

Sonuçta bu milli takımı seçmek ile görevlendirilen kişi işini yapmıştır.Bundan sonra konuşulacaklar tamamen boş laf olarak gökyüzüne karışacaktır.Fatih Terim'in bu yazılıp çizilenleri çokta dikkate alıp umursadığınıda zannetmiyorum.

Bundan sonra yapılacak olan takımımızı desteklemektir.Onlara güvenmektir.

Benimde kişisel görüşüm sadece dışardan bir göz olarak seçilmiş bu milli takıma alternatif daha iyi isimler olduğu görüşüdür.

Fatih Terim daha iyi tanıdıklarına bu kadro da yer vermiştir.Tranzonspor'dan Tolga Zengin ve Ankaraspor'dan Emre Aşık dışındaki futbolcular üç büyük klubün futbolcuları ve lejyonerlerimizin seçilmesi,bu sene ligin flaş takımı olan Sivasspor ve istikrarlı çıkışını Türkiye Kupası'nı alarak perçinleyen Kayserispor'dan herhangi bir futbolcu kadroya girememesi bu tespitimin kanıtıdır.

Beni bu turnuva ile karamsarlığa iten husus bu sene Türkiye Lig'lerinde her ne kadar heyecan yaşansa da futbolun kalitesi Avrupa standartlarını yakalayamamasıdır.Bu teşhisi koymak içinde bu sene oynnan yurtiçi ve yurtdışındaki maçları seyretmenin yeterli olacağı görüşündeyim.

Basında yazılanlar ve çevremde konuştuğum birçok kişi turnuvadan hüsranla döneceği beklentisinde.Gelişmeler ve takımın hazırlık maçlarındaki oynadığı futbolda bu tezi güçlendiriyor gibi gözükmektedir.

Dileğim beklenen hüsranın zafere dönüşmesi ve Milli Takımımızın bizleri sokağa dökerek zafer şarkıları söyletmesidir.

5/14/2008

2007-2008 Süper Lig Şampiyonu Galatasaray

1973 senesinde doğduğumda Galatasaray yine şampiyon olmuştu.Ne kadar güzel bir tesadüf ki benim çocuklarımında doğacağı bu sene aslan yine şampiyon.

Sadece olayın bu tarafı başlı başına benim için unutulmaz şampiyonluklardan bir tanesi olmasına yetiyor zaten.

Diğer noktadan bakıldığında ise her Galatasaraylı için Fenerbahçe'yi yenerek kazanılan bu şampiyonluk oldukça değerli.

Fenerbahçe medyası ve bir grup insan ise şampiyonluğu bir takım güçlerinde yardımıyla Fenerbahçe'nin hediye ettiğini dile getirerek kaybetmişliklerine kılıf arama çabasındalar.Ama gerçek apaçık ortada Galatasaray şampiyonluk yarışındaki her iki rakibinide yenerek bu ünvanı aldı.

Tarihin tekrarlayacağını zannedenler ise öncelikle kendi takımlarının inançsızlığına dikkatlerini verselerdi en azından bu derece sessiz kalmazlardı.

Futbolun kuralıdır.Sevinme hakkı ve söz önceliği kazanan ve şampiyon olanındır.

Galatasaray bileğinin hakkıyla,inançla ve takım ruhu ile 17. şampiyonluğunu kazanmıştır.

Tüm Galatasaray'ı sevenlere hayırlı olsun.

5/05/2008

04.Mayıs.2008 Sivasspor-Galatasaray Maçı

Eğer ortada inanç varsa, inancı başarıya dönüştürecek yüreklere de ihtiyaç vardır; ki onlar sahadaydı...

Eğer ortada yürek varsa, yüreği hedefe yöneltecek lidere ihtiyaç vardır; ki o protokoldeydi...

Eğer ortada lider varsa, onu tetikleyecek cengaverlere ihtiyaç vardır; ki onlar tribündeydi...

Eğer ki ortada hâlâ ihtiyaç duyulan bir şeyler varsa, onlar da sağ elin kalbin üzerine götürüldüğü yerde mevcuttur. Tarih yazarları, bir hatıra kadar yakındadır, onların adı da kimi zaman Metin Oktay'dı, kimi zamansa Ali Sami Yen...

Not: Maç sonrası Galatasaray'ı alkışlayan gerçek yiğidolara selamlar... Birilerinin öğreneceği daha çok şey var.Büyüklük isim ile olmuyor...

4/28/2008

27 Nisan Galatasaray-Fenerbahçe Maçı

Şampiyonluk düğümünün çözülmesine üç kala bu maçla ilgili en çok etkilendiğim olay gerçek Fenerbahçe taraftarının Galatasaray'ı tebrik etmesidir.

Galatasaray sonuna kadar hak ederek derbiyi kazanmıştır.

Kadrosunun büyük çoğunluğu yabancılardan oluşan Fenerbahçe, maçı ve ligi fazla önemsemeyen yabancı futbolcularındaki isteksizlik yüzünden maçı kaybetmiştir.Tabi ki Galatasaray'ın üst düzey mücadelesine kimse söz söyleyemez.

Galatasaray bir takımdır Fenerbahçe ise bireysel becerilerin öne çıktığı futbolcu grubudur. Şu anda önemli olan takımın rehavete kapılmadan haftaya Sivas maçını da aynı ciddiyet ve inançla oynayarak son maça Ali Sami Yen'de şampiyonluk turuna çıkmalarıdır.

Galibiyet dün akşam belkide gereğinden fazla kutlanmıştır bundan sonra tek yol Sivas.

4/24/2008

27 Nisan Galatasaray-Fenerbahçe Maçı Öncesi Yorumlarım

Uzun bir aradan sonra şampiyonu büyük ölçüde belirleyecek maç öncesi bir iki satır karalamak zamanı geldi.Aslında karalamak deyimini kullanmak için yanlış bir platformda olsamda askerlikte yazdığım mektuplar dışında yaklaşık on seneden fazla bir süredir çokta fazla kağıt kalem ile işim olmamış sanırım.Sanal ortamlar çıktı yazı yazmak fiili bitti aslında hatta artık insanlar doğru düzgün yazı yazmadığı için yazı yazmayı unuttuk desem abartmış mı olurum?

Gelelim bu pazar Ali Sami Yen Stadyumu'nda oynanacak yılın en önemli maçına. Geçtiğimiz pazar gününden beri herkes kendi çevresinde olsun medya da olsun onlarca defa yorum yaptı. Madem bir blog sitem var bu durumda iki satırda ben yazmalıyım.

Fenerbahçe avantajlı olarak gözükmekte fakat kupa maçında da medyanın büyük kısmı Fenerbahçe'yi favori gösteriyordu.Sonuç ortadadır.Galatasaray'ın başında hoca olmaması gözüken en büyük dezavantajdır.Maçın kritik anlarda müdahale edebilmek zaten bir hocanın takıma katabileceği en büyük avantajlardan biridir.Bu durumda Zico'lu Fenerbahçe bir adım öndedir.

Sezon başından beri israrla iki forvet oynatan Kalli'den sonra Galatasaray'ın teknik ekibi en son İst.B.şehir Belediyespor ile yaptıkları maçta tek forvet denemeyi akıl etmiş ve sonuç alınmıştır.Medyada yazılanlara bakacak olursak Fenerbahçe maçında da aynı taktik denenecektir.Umarım başarılı olur.

Ne olursa olsun her daim Galatasaraylı futbolcular üzerinde Fenerbahçe maçı stres yaratmıştır.Futbolcuların bu stresi Türkiye Kupası maçlarında daha az yaşamak sonucunda başarılı olduklarını düşünüyorum.Fakat bu seferki maç berabere bile bitse şampiyonluğa çok büyük etkisi olacaktır bu yüzden stresi aza indirme çabası çok zor gibi gözükmektedir.

Her zaman olduğu gibi medya maç öncesi yazıp çizecek konular peşindedir kaptanımız Hakan Şükür'de gayet başarı ile medyanın beklentilerini karşılamış ve hiç gereği olmayan açıklamalar yapmıştır.Bununla beraber Sayın Başkanımız BKJ Başkanı ile yine maç öncesi bir yemek yiyerek torba olmayan ağızların bir hayli konuşmalarına meydan vermiştir.

Ligin ilk yarısındaki maçta olduğu gibi erken bir gol yemediğimiz takdirde seyircinin desteğiyle bu maçı alabileceğimizi düşünüyorum.Eğer maç golsüz devam ederse son yirmi dakika Galatasaray büyük stres yaşar.Son dört beş maçtır gol atmakta zorlanmasından dolayı forvette yapacakları baskı sonucu yapacakları hatalar neticesinde Fenerbahçe'ye çok basit gol fırsatları da verebiliriz.

Ligin bitimine üç maç kala yıllardan beri üç takım ile şampiyonluk mücadelesi vermenin keyfini yaşamak gerekiyor diye düşünüyorum.

Galatasaray'a bol şans...

3/05/2008

05.Mart.2008 Galatasaraylıların Hissetikleri Üzerine

Fatih Altaylı bugün Habertürk internet sitesindeki yazısının bir bölümünde Fenerbahçe'nin tur atlaması üzerine hissetiklerini yazmış.Hemen hemen bende yakın duyguları hissettiğim için paylaşmak istedim.

Fenerbahçelilerin yaşadığı duyguları yaşamak

Galatasaray’ın Avrupa’yı salladığı dönemlerde Fenerbahçeliler'in ne hissettiğini en sonunda dün anladım.

Çok ama çok karışık duygular.

Bir yandan ülkenin takımının kazanmasını istiyorsun. Türkiye’nin takımı. Her atağında sanki Galatasaraymış gibi heyecanlanıyorsun. Gol atsın istiyorsun, gol yemesin istiyorsun. Hakem Fenerbahçe’nin hakkını yiyince sinirleniyorsun, kızıyorsun, hakeme küfrediyorsun. Fenerbahçe gol atınca seviniyorsun. Koltukta zıplıyorsun.

Bunları yaparken bir yandan da ertesi gün başına gelecekleri düşünüyorsun. Bu maç bittiği anda yine ezeli rakibin olacak takımın taraftarlarının sana hava atacağı, dalga geçeceği aklına geliyor. Bozuluyorsun.

Ama yine de Fenerbahçe kazansın istiyorsun.

Sonra aklına Fenerbahçe’nin bu turu geçerse biraz daha fazla para kazanacağı geliyor. Bu parayla daha iyi transferler yapacağını, daha güçleneceğini görüyorsun. Kendi ligini düşünüp bozuluyorsun.

Galiba kazanmasa daha iyi olacak diyorsun ama yine de kazanmasını, turu geçmesini istemekten geri duramıyorsun.

Rakip serbest vuruş veya korner kullanırken çeşitli uğurlar yapıp gol olmasın istiyorsun. Rakip gol atamayınca seviniyorsun sonra da acaba atsa daha mı iyi olurdu diye düşünüyorsun. Maç penaltılara kalıyor.

Bir hafta önce Lincoln’e saldırdığı için sinir olduğun Volkan için dua ediyorsun. Sonunda Fenerbahçe turu geçiyor.

Çok seviniyorsun.

Çok kıskanıyorsun.

Ne sevindiğini söyleyebiliyorsun.

Ne kıskandığını söyleyebiliyorsun.

Bir kaç yıldır bu başarıyı elde edemeyen kendi takımına kızıyorsun.

Buraya kadarı Fenerbahçeliler'in de yaşadığını tahmin ettiğim duygular.

Ama biz Galatasaraylılar'ın en azından şimdilik bir avuntumuz var.

“Biz de buraya kadar gelmiştik” diyebiliyoruz.

Şimdi artık Fenerbahçe’den kendimizi avutamayacağımız başarıyı bekliyoruz. Aynı karışık duygularla...

NOT: Yıllar önce Bordeaux-Fenerbahçe maçında da benzer duygular yaşamış, en sonunda İstanbul’un göbeğinde kendi arabamın damında sevinçten zıplamış. Sonra da bu yaptığımdan dolayı bir Galatasaraylı olarak utanç duymuştum.

Fatih Altaylı

2/28/2008

Fenerbahçe ve 1983 yılı

Fenerbahçe Türkiye Kupası’nı en son aldığında,

· Kenan Evren Cumhurbaşkandı, Turgut Özal 1983 sonunda başbakan oldu.

· Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan, Alpaslan Türkeş yasaklı liderlerdi. · DSP, SHP, MHP, CHP siyaset sahnesinde henüz yer almamıştı.

· 12 Eylül sonrasının yerel seçimleri henüz yapılmamış, Bedrettin Dalan İstanbul Belediye Başkanı olmamıştı.

· Koç Grubu’nun patronu Vehbi Koç’tu ve görevi Rahmi Koç’a devretmemişti.

· Ünlü illüzyonist Zati Sungur hayattaydı.

· İstanbul Atatürk Havaalanı’nın adı “Yeşilköy Havaalanı” idi.

· Vatandaşlıktan çıkarılan Cem Karaca yurda dönmemiş, “Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda” şarkısını yapmamıştı.

· Türk Halk Müziği sanatçısı Ruhi Su hayattaydı.

· Usta sinemacı Yılmaz Güney hayattaydı.

· Adile Naşit hayattaydı.

· Alışverişlerimizde 5 liralık banknot kullanabiliyorduk.

· Jupp Derwall Galatasaray ile anlaşmamıştı.

· Askerlik 18 aya henüz inmemişti.

· Microsoft, Windows’u yapmamıştı.

· İnsanlık henüz internetle tanışmamıştı (daha 7-8 yıl beklemesi gerekecekti)

· Çernobil nükleer santralı patlamamıştı.

· Cep telefonu, araç telefonu yoktu.

· Telsiz kullanmak yasaktı.

· Taksilerde taksimetre yoktu.

· Apple Macintosh bilgisayarlar icat edilmemişti.

· Philips CD’yi daha yeni üretilmişti.

· Şehirlerarası telefon görüşmeleri için 031’i arar, kayıt verirdik.

· Haberleşmede telex kullanılırdı.

· Televizyonumuz siyah beyaz ve tek kanallıydı (TRT). Renkli televizyonumuz zaten yoktu. · Sovyetler Birliği dağılmamıştı. Almanya, doğu ve batı olmak üzere iki parçaydı; Berlin duvarı yıkılmamıştı.

· Emre Belezoğlu 3, Hasan Şaş 7, Tuncay Şanlı 1, Nihat Kahveci 4 yaşındaydı.

· KDV icat edilmemişti.

· 2. Boğaz Köprüsü yoktu.

· Otoyollar yoktu.

· AIDS yoktu.

· Üzerimizde döviz (dolar, mark v.s.) bulundurmak suçtu.

· İran ile Irak savaşıyordu.

· Telefon numaraları İstanbul'da 6, diğer kentlerde ise 4 veya 5 rakamlıydı.

· Celal Bayar hayattaydı.

· Naim Süleymanoğlu Bulgar vatandaşıydı (Naim Süleymanof)

28.Şubat.2008 GS-FB Kupa Maçı

Klasik tanımlama olarak uzun yıllar konuşulacak bir derbi maçı izledik. Yaşananlar ne olursa olsun tarih neticeyi hatırlar. Bence gecenin en önemli olayı uçuşan kartlar dışında 37 yaşındaki Hakan Şükür'ün on sene öncekine yakın bir performans göstererek 2008 Avrupa Kupası finalleri için Fatih Terim'e göz kırpmasıydı.Kritik gecede golünü atmak suretiyle de selamını gönderdi. Maçtan sonrada tribünleri gezerek takımına tam destek veren seyircisine teşekkür etti.

Kişisel fikrim iki takımda maçı onbir kişi tamamlasaydı daha keyifli bir maç izlerdik ve sonuç değişmezdi.Galatasaray'ın son iki maçında yaşadığı kabuslar çok doğal olarak olumlu bir motivasyon olarak takıma yansımıştı.

Bir kez daha görüldüki Kalli bu takımı sabote etmek için her yolu deniyor.Fenerbahçe on kişi kaldıktan sonra daha motive olduğu ve Galatasaraylı futbolcuların strese girdiğini tribünde oturan en cahil futbol seyircisi bile anlamışken Karl Heinz Feldkamp sanki ayrı bir maç seyrediyormuş gibi ellerini kavuşturup, gözlerini kısıyordu.Bir kere daha şansı yaver gitti ve 90+1 de Ümit Karan kendinisini ve takımı kurtardı.

Belkide gecenin Galatasaray açısından önemli gelişmesi genel anlamda sürpriz bir kadro ile maça başlamaması ve futbolcuların olması gereken mevkilerde oynamasıydı.

Fenerbahçe ile ilgili görüşüm Lugano bu mentalite ile devam ederse daha çok maçı on kişi bitirebilir.Bir Müjdat Yetkiner, bir Abdülkerim Durmaz, bir Kemalettin Şentürk olmaya aday görüyorum kendisini.Volkan Demirel'e gelirsek milli takım kalecisine yaptığı davranışları hiç yakıştıramadım.Son dönemdeki çıkışını bu tarz bir hareketle yavaşlatırsa milli takımımız için büyük kayıp olur.

Sonuçta olarak tarih tekerrür etti. En son kupayı 1983 yılında alan Fenerbahçe'nin kupa hayali önümüzdeki sezonlara kaldı. Bu kupayı 14 kere kazanma rekorunu elinde tutan Galatasaray'n 15.Kupa Şampiyonluğu için önünde bir tur kaldı.

2/26/2008

26.Şubat.2008 Kupa Derbisi

En son yazımda ileriye bakmak gerekir demiştim ama bu gidişle ne kadar ileriye bakarsak bakalım bir şey göremeyeceğiz gibi geliyor bana. Aslında tam olarak yenilmiş bir taraftar ruh halindeyim.İçimden maç seyretmek ve maç muhabbeti yapmak hiç gelmiyor açıkçası.Sonuca yönelik olduğumuz için olumsuz durumlarda bir anda herşey dibe vurmuş gibi gözüküyor.

Bir grup maçında mükemmel top oynayan bir takım bir anda apayrı bir kimliğe bürünüp lig sonuncusuna yenilmesine bir anlam veremiyorum.

Suçlu yönetim mi? Teknik Direktör mü ? Futbolcular mı ? Sanırım hepsi. Aslında bir taraftar olarak çok fazla ciddiye de almamak gerekiyor. Futbolu basit bir oyun diye nitelendirip bir sonraki maçın heyecanını yaşamak lazım belki de.

İşin gerçeği spor basını nasıl yönlendirmek istiyorsa bizleri, bizlerde o tarafa doğru yöneliyoruz, beklentiler oluşturuyoruz.Son lig maçlarında iki rakibinde yenilmesi bu sefer yarın ki maç ile ilgili çok büyük spekülasyonlar ve maçın önemine dair istatistikler yapılmasını,değerli spor yazarlarının yorum üzerine yorum yapmalarına imkan vermedi. Şu dönemde herkes Galatasaray'daki başkanlık yarışını, farklı Leverkusen yenilgisini ve lig sonuncusuna anlaşılmaz bir kadro ile çıkılarak bozguna uğramasının nedenlerini konuşuyor.

Belki de gelişen bu gündem önceki derbi maçlarda olduğu gibi futbolcular üzerine ekstra bir baskı yaratmayarak , beklenenden daha rahat bir maç geçmesine neden olacak veya tarihin en farklı yenilgilerinden bir daha yaşanarak Galatasaray daha diplere sürüklenecek.

İzleyip göreceğiz.

2/22/2008

22.Şubat.2008 Galatasaray ve UEFA Kupası

Galatasaray'ın bir Avrupa Kupası maçını daha geride bıraktık.Galatasaray taraftarları haklı olarak üzüldü Almanlar ve Galatasaray karşıtları sevindi.Hatta yenilen beş gol ziyadesiyle bir kısım insanı mutlu etti.Kişisel olarak hayatımdaki öncelik sıralamamda şu sıralar daha önemli maddeler olduğu için bu sefer daha önceki mağlubiyetler gibi çok fazla üzülmedim. Zaten Galatasaray bu maçı oynama hakkını da büyük bir şans eseri kazanmıştı ve sonuç olarak fazladan iki maç yapmış oldu Avrupa kupalarında.Sezon başıdan beri sakatlıklar ve seyircisiz oynadığı maçlar ile mücadele eden takım bana göre iyi bir yoldadır.Bu mağlubiyete temel alarak ileriye dair umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur. Türkiye Kupası'ndan da elenebilir ama geleceğe dair olumlu beklentilere gölge düşürmeye gerek yoktur düşüncesindeyim.Evet Galatasaray yönetiminin hataları vardır,takımın teknik kadrosunun büyük yanlışları vardır ama dün geceki maç geride kalmıştır.İlerleyen maçlara bakmaktan başka yapılacak bir şey yoktur.

2/19/2008

Haftasonu Kar

Türkiye haftasonuna yoğun kar altında girdi.Neyseki en sıkıntı yaratabilecek şiddetli kar yağışı ve tipi pazar gününe denk geldi.

O kadar uyarılara rağmen yine dün trafikte problemler yaşandı, insanların bir kısmı arabaları ile vedalaşamadıkları için karda mücadele etmek zorunda kaldılar. Sonuçta her sene yaşadığımız kar kış çilesi bu sene de boş geçmedi.

Birbirinin kopyası kar haberleri içinde en çok etkilendiğim haber ise Muş'ta her kış kapanan bir köy yolunun kara yollarının cefakar işçileri tarafından açılma gayretiydi. Tek istekleri köy yolunu açarak köyde bulunan insanlara sağlık ve eğitim hizmetlerinin erişmesini sağlamak ve bunun için saatlerce karın altında mücadele ederek her türlü gayreti göstermek bu insanları gerçekten ülkemizin görünmez kahramanları yapmaktadır diye düşünüyorum.

Öğle yemek arasında ise kar üstüne açtıkları helva ve pideden oluşan menüleri, gönüllü çalışmanın ve vatan sevgisinin nerelerde yaşandığına bir kanıttı.

2/14/2008

Lostra Salonu

Öğlen arası saati.

Her zaman ki gibi Şişli, Osmanbey, Nişantaşı hattındayım.

Sandviç ile geçiştirmek kısıtlı olan bir saatin geri kalan son otuz dakikasını etrafa bakabilmek fırsatı.

Dün şöyle bir gördüğüm ayakkabıları bugün daha alıcı gözle bakmak niyetindeyim.

Ve de bakıyorum.

Sonra da kendi ayakkabıma.

İki gündür yerler çamur içinde şehirde.

Aklıma yeni bir tane almaktansa boyatmak fikri geliyor. Çokta parlak bir fikir değil aslında.

Hemen uygulamaya geçiyorum ve Tarihi Pangaltı Lostra Salonu'nun yolunu tutuyorum.

24.Mayıs.1999'da Hürriyet Gazetesi ile yapılan

2/13/2008

Otuzlu Yaşlar Üzerine

Otuz iki gün sonra otuzbeş oluyorum.Bu durumda otuzlu yaşlar için yazdıklarımı bir kere daha yazmanın zamanı gelmiş.

Hayatın geçiş dönemlerinden biridir otuzlu yaşlar... Artık genç kategorisine girmezsiniz ama orta yaşlı da sayılmazsınız. Gittiğiniz ortamlarda etrafınızdakilere nazaran ya yaşlı ya da genç kalırsınız.

Çok aktif ve hareketli olduğunuzda çevrenin bakışlarından'' koskoca adama bak hiçte yakışıyor mu ?''tarzında ifadeleri hissederken , sakin ve fazla hareketsiz olduğunuzda ruhunuzun öldüğü endişesine kapılır etrafınızdakiler.Ortalıkta kalmış gibisinizdir.

Sizden küçüklerin yaptıklarına ayak uyduramazken sizden sonraki jenerasyon fazlasıyla size demode gelir.Hip-hop hoşunuza gidiyordur ama alaturka müziği de seviyorsunuzdur.

Öyle bir döneme gelmiştir ki otuzlu yaşlarınız , çocukluk yıllarınız ülkenizin seksenli yıllar dediği hiçbir dönemine benzemeyen bir tarihi geçiş sürecine denk düşmüştür.

O dönemde yaşananların benzerini ne sizden öncekiler yaşamış ne de sizden sonra doğanlar yaşayacaktır. Hiç televizyon görmemiş bir nesil varken arkanızda, önünüzdekiler plazma televizyonlar ile uydu bağlantılarıyla yüzlerce kanal arasında kaybolmaktadır.

Sizler kitap okurdunuz ,kitapların sinema filmleri seyredilmektedir. Okurken kurduğunuz hayaller artık hazır halde insanların karşındaki perde de oynamaktadır.

Hayat inanılmaz şekilde basitleşmiş,iletişim olanakları sınırsız bir hal almıştır.Doğal olarak hayatınıza farklı endişeler girmiştir. Oysa ki sizlerin çocukluk ve ilk gençlik yıllarında mobil telefonunuzun kontörü ve şarjı bitmesi gibi bir endişeniz,aradığınız kişiye ulaşamayıp tekrar bir deneme yapma gayreti veya sinyallerde ki zayıflamadan dolayı seyrettiğiniz programın yarıda kalma ihtimali hiç olmamıştır.

Siyah-beyaz televizyondan renklisine geçmek hayatınıza kim bilir ne renkler katmıştı o zamanlarda?

Orta okul yıllarımda arkadaşımın saatinde bir araba yarışı oyunu vardı ,iki santimetrekare ekranda onunla oynamak ne keyifli bir durumdu.Biribirimizle kavga ederdik daha fazla oynayabilmek için.Günümüzde dev ekranda ve yüksek kapasiteli ses sistemleriyle sanki otomobil pistinde yarışıyormuşçasına bu oyunları oynuyor çocuklar daha gelişmiş versiyonlarını heyecanla beklerken.

Otuzlu yaşlar gelip geçerken işte insanın aklına bu ve bunun gibi bir çok soru takılır.Acaba çocukluk ve ilk gençlik dönemleri şimdikilerden daha mı keyifli yoksa daha mı ilkel ve renksizdi diye.

Eğer cevap ikinci şıksa o zaman bizim baba ve dedelerimizin yaşadığı hayatları nasıl tanımlamak gerekirdi? Günümüzün yeni nesil olarak adlandırılan bireylerinin yaşadıkları hayatlar çok mu tatminkar onlara göre?

Belki de sorunun cevabı insanın kendi içinde gizli , zaman ve mekanın hiç önemi yok.

13.Şubat.2008

Dünkü yazım da belirttiğim düşüncelerimi bu sabah Sabah Gazetesi'nde Ergun Babahan'nın yazısında da görünce bu ülkede benim gibi düşünenlerin varlığını bilmem memnun etti açıkçası.13.Şubat.2008 tarihli Ergun Babahan'nın yazısını paylaşmak isterim.

Milliyetçi Cephe ve Bölünme

Süleyman Demirel, 9'uncu Cumhurbaşkanı sıfatıyla konuşmuş ve "Türkiye'de bölünmemiş müessese, halk kesimi kalmamıştır" yorumu yapmış. Haklı, çünkü onun başbakanlığı döneminde Türkiye cephelere ayrılmamıştı, Milliyetçi Cephe Hükümeti kurulmamıştı.

Gençler, evleri basılıp karşı görüşteki insanlar tarafından öldürülmüyordu, Türkiye tek vücut bir haldeydi.

Elbette değildi.

Bugünkü Türkiye ile karşılaştırıldığında durum vahimdi.

Milliyetçi Cephe hükümetleri kurulmuştu, her gün onlarca genç can veriyordu.

Cephe ve bölünme o zaman vardı asıl. Üstelik devletin de taraf olduğu bir bölünme vardı. Hükümetin göz yumduğu ortamda, polisiyle, çetesiyle taraf olan bir tablo vardı ve sadece iktidarın sürmesi için kan dökülüyordu.

"Bana milliyetçiler adam öldürüyor, dedirtemezsiniz" diyen bir başbakan vardı. Şimdi o günleri unutup, o günlerin özeleştirisini yapmadan ortaya çıkmak bence doğru bir davranış değildir.

Bugün Türkiye'nin gidişatından endişe duyan bir kesim olduğu doğru. Ama yangına körükle giden, bu endişeyi körükleyen bir kesimin olduğu da bir başka doğru. Türkiye'de genç kızlar üniversiteye başörtülü girince bütün rejim elden gidecek, Türkiye bölünüyor havası yaymak ise yanlış.

Önemli olan yaklaşımınızdaki samimiyet, geçmiş hesabınız. Sabıka dosyanıza bakmanız gerekir konuşurken.

Kendi döneminizin hesabını vermişseniz, bölünmelerin hesabını sorma hakkınız vardır. Ama Türkiye tarihinin görüp göreceği en büyük cepheleşmeye imza atmışsanız ve bunun tarihi sorumluluğu ile hesaplaşmamışsanız, "içinizin yanması" için, çok ama çok geç kalmışsınız demektir.

Türkiye'de kimse geçmişiyle hesaplaşmıyor, geçmişin hesabını vermek istemiyor. Cepheleri, dökülen kanları, yitip giden hayatları görmezden geliyor. Ecevit "kontr-gerilla" diye haykırırken başını kuma gömenler, şimdi başkalarından hesap sorar hale gelebiliyor.

O zaman olayların üstüne gidemeyenlerin ceremesini bugün Ergenekon'larla ödüyoruz oysa. Geçmişi bilmeyenleri, unutanları kandırabiliriz.

Ama geçmişi hatırlayanlar hep çıkacaktır.

Bahçelievler katliamlarını, 16 Mart bombasını unutmayanlar hâlâ vardır. Ve onların kulaklarında "Bana milliyetçiler adam öldürüyor, dedirtemezsiniz" diyen bir başbakanın sözleri çınlamaktadır.

Onun için bize bölünme hikâyeleri anlatmayın.

Biz bölünmenin ne olduğunu biliyoruz. O cehennemi geçtik ve bizi o yollara götürenleri de çok yakından tanıyoruz.

Ergun Babahan

2/12/2008

12.Şubat.2008 Süleyman Demirel

9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel türban serbestisi ile ilgili görüşünü Güniz Sokak'taki evinde dile getirirken şunları söylemiş; ''Türban konusunun ileride kamuda çalışanlar için de gündeme getirilirse, büyük sıkıntılar ve bölünmeler olabilir. Üniversitede okumak Türkiye’de zaman zaman büyük sıkıntılar geçirdi. Türkiye’de 1970’li yıllarda üniversiteler okunamaz hale geldi. Gencecik çocuklarımız birbirlerini kırdılar, geçirdiler. İnşallah o durumlara düşmez Türkiye.''

Bu açıklama aslında Demirel'in yaptığı olağan açıklamalardan fakat beni aslında hiç şaşırtmaması gerekirken gerçekten şaşırttı.Sanki 1970'li yıllarda bu ülkenin kaderine etki etmemiş, gençleri kamplara ayıran bir tarafın önde giden kişisi olmamış, bir dönem ülkeyi karmaşaya iten bir grup insandan bir tanesi değilmiş gibi rahatça bu açıklamaları yapıyor. Aslında 45 yıldır fazla bir süredir bu açıklamaları yapıyor.Süleyman Demirel'i tanımak için farklı bir gözden bakmak isteyenlere Soner Yalçın'nın ''Bay Pipo'' kitabını öneririm. Yakın tarihimizi anlatan bu kitap gerçek kişilerin ağzından yaşananları aktarmaktadır.

Sonuçta politikacı olmanın gereğide nabza göre şerbet verebilecek açıklamaları yapabilmektir zaten. Sayın Demirel'in Türkiye siyasi tarihine kazıdığı bir vecize vardır :''Dün dündür bugün bugündür.'' Çok şey anlatır bu cümle anlayabilene.

2/08/2008

08.Şubat.2008

Haftanın sonu yine geldi.Meteoroloji Genel Müdürlüğü'ne göre Cuma günü Marmara Bölgesi'nde başlayacak yağmur Cumartesi günü yurdun büyük bir bölümünü etkisi altına alacakmış ve Cumartesi günü Trakya'dan yurda sokulacak kar yağışı Edirne ve çevresinde etkili olacakmış.Son yaptıkları tahminler ile iyice inandırıcılıklarını kaybettiler gibi görünüyor. Özellikle iki hafta önceki beklenen kar ve İstanbul Belediyesi'nin gayretli çalışmaları hepimizi bayağı etkiledi!
Aklıma geçtiğimiz kış aylarında ani bastıran kar yağışları sonucu mahsur kalan insanlar geldi ve şimdi yağmayan kardan öncesi yapılan büyük hazırlıklar.Burası Türkiye olur böyle vakalar...

2/06/2008

Ayasofya


ayasofya, originally uploaded by kayihan_badalioglu.

537 yilinda bitirilmiş.Sonradan camiye çevrilen bu kilise. Anthemius ve Tralles isimli iki matematikçi-mimar tarafından tasarlamış.
Efsaneye göre bekçisi bir melekmiş. Ayasofya yapılırken, inşaata ustalardan birinin çocuğu bekçilik ediyormuş molalarda. bir melek çocuğa görünüp babasını çağırmasını istemiş, çocuk da ayrılamayacağını söyleyince melek “ sen gelene kadar senin yerine beklerim” demiş. Bunu gören imparator Justinianus, yapıya sonsuza kadar bu melek göz kulak olsun diye çocuğa para verip uzak bir ülkeye yollamış.
İstanbul silüetinin değişmez parçası.

Topkapı Sarayı


topkapi palace, originally uploaded by kayihan_badalioglu.

Büyük Osmanlı İmparatorluğu'nun dünyaya açılan kapısı.
Her ziyarete gittiğimde ilk defa gitmiş hissine kapılıyorum.
Her yeri tarih kokuyor.Sanki ''Padişahım çok yaşa'' sesleri etrafta çınlıyor.Osmanlının büyüklüğünü anlamak için mutlaka ziyaret
edilmeli.

2/04/2008

04.Şubat.2008

Konumuz 03.Şubat.2008 Fenerbahçe-Galatasaray Fortis Türkiye Kupası Maçı. Baştan belirtmek isterim ki yazım tamamen taraftar gözüyle yazılmakta olup her hangi bir objektif yaklaşım yoktur fakat genel herkesin kabul edeceği doğrular içermektedir.Bu doğruların Fenerbahçe taraftarına tam ters yanlış olduğu zaten aşikardır.Bir kere daha herkes kabul etti ki rakibi küçümsemek, önceden havaya girmek futboldaki temel hatalardan birisidir. Her oynanacak maç kendi içinde bir ciddiyet ve önem arz eder ve hiç bir maç bugüne kadar oynanmadan kazanılmamıştır.Bir kere daha Fenerbahçeli dostlarımız bu gerçek ile yüzleşmiş oldular.Onlar açısından akşamın pozitif hanelerine yazılabilecek not budur bence.

Maç ile ilgili gündemin en çok öne çıkan maddesi saygı duruşunda Galatasaray taraftarının etmiş olduğu söylenen küfürlerdi.Bu küfürlerin nedeni her ne olursa olsun ( orda taraftarlar arasında bulunanların ifade ettiği saygı duruşu sırasında kendilerine çakmak fırlatıldığı söylenmektedir ne kadar doğru olduğunu bilemem ama bu görüşü destekleyen sabah lig radyoda ki bağlanan bir dinleyicinin Saraçoğlu Stadı'na girereken yeteri derecede aranmadığı iddası insanın aklına farklı durumlar getiriyor ) yakışmamıştır bununla beraber bir grup insanın davranışları tüm camiayı bağlamadığını düşünüyorum ve tekrar tasvip etmediğimi söylüyorum.

Fakat her ne hikmetse dün akşam ki maçta Fenerbahçelilerin öne çıkarttığı husus bu hareketti.Her başarısız oynadıkları Galatasaray maçınan sonra bir şekilde gündemi değiştirmek için yaptıkları bu hareketlere aslında Galatasaray camiası fazla şaşırtmıyordur sanırım.Aklımdaki soru eğer Fenerbahçe Galatasaray'ı yenmiş olsaydı yine aynı duyarlılık gösterilecek miydi acaba?

Maça gelince bir Galatasaray taraftarı olarak oynadığımız futboldan çok memnun kaldım.Yıllardır Saraçoğlu Stadı için yaratılan stres genç oyuncularımızın hırsı ve inanmışlığı sayesinde aşıldı tabi ki Fenerbahçeli medyanında gayet olumulu katkısı olduğunu düşünüyorum motivasyon anlamında.

Yılların kurt hocası Kalli diğer anadolu takımlarına da taktiksel olarak ipuçları verdi Fenerbahçeyi çözmek adına.Kalli'nin tek yaptığı düşünülen hata Hakan Şükür Ayhan Akman değişikliğidir.Tabi ki hocanın takdiridir fakat Hakan Şükür'ün oyundan çıktığı dakikadan sonra Fenerbahçe Galatasaray'ın üstüne daha fazla gelmeye başlamış ve uzun süren sakatlıktan yeni kurtulan Ayhan Akman üzerindeki doğal olan tedirginliği atamayarak takıma katkı sağlayamamıştır.

Dün geceden aklımda kalan beni etkileyen iki sahne var .Birincisi maçın sonlarına doğru artık beklentisini yitiren Fenerbahçe taraftarının sessizliği ve bu sırada orda bulunan ikibinbeşyüz taraftarın takımı çılgınca desteği ve televizyonlara yansıyan tezahüratı, ikincisi ise maç sonunda iki takım futbolcularının birbirlerini tebrik etmesidir.

Yarı Finalisti belirlemek için bir doksan dakika daha kaldı.Tüm Türkiye gibi bende heyecanla bekliyorum.

2/01/2008

01.Şubat.2008

Akla gelenler... Profesör Bahar Karaoğlan soruyor: "Dini inanç gereği üniversitede başörtüsüne izin verilirken Başbakan ilköğretim, ortaöğretim ve kamu görevinde başörtüsüne izin vermeyeceklerini söylüyor. Garanti veriyor! Bizim dinimiz sadece 'üniversitede baş örtülür' diye mi emrediyor?

1/31/2008

31.Ocak.2008

2.Şubat.2008 günü Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve Atatürkçü Düşünce Derneği önderliğinde saat 14:00' da, türbanla ilgili anayasa değişikliğini girişiminden vazgeçilmesi amacıyla bir miting yapılacakmış.Sonuçta ne olacak ? Herşey olduğu gibi devam edecek.Bir faydası olacak mı ? Ne yazık ki hayır.Hatta AKP'nin işine gelecek bir önceki seçimde olduğu gibi. Milyonlar İzmir'de yürüdü İstanbul'da yürüdü Türkiye'nin her yerinde yürüdü ellerinde bayraklar ve marşlar eşliğinde.Sonuç AKP tekbaşına %47 çoğunlukla iktidar oldu.Demek ki oyveren vatandaşların büyük kısmı iktidar partisini tehlike olarak görmüyor. Hiç bir ülke vatandaşı kendi ülkesini tehlikeye atacak bir grubu iktidara getirmez diye düşünüyorum.Buna inanmak istiyorum.

1/30/2008

30.Ocak.2008

AKP iktidar olduğundan beri belli aralıklar ile gündeme gelen türban konusu son günlerde medyanın en öne çıkan maddesi.Aslında konuyu öne çıkaran AKP ve destekçisi MHP, konu üzerinde sürekli yazan çizen basın ve tabi ki okuyan bizler. Yasa da yapılacak düzenlemeler ile türban konusu yasal bir gerekçeye dayanarak artık daha fazla tartışma ortamı yaratmasını bertaraf edecek hükümet ve iktidar.

Konu ile ilgili en net gözlemim 1992-1996 yıllarında üniversitedeyken sayıları fazla olmasa da türbanlı öğrencilerin varlığı ve konunun hiçbir şekilde tartışma yaratmamasıydı.Bir kesim türbanlı öğrencilerin üniversiteye girememesini kişilik haklarına müdahale olarak değerlendirirken bir kesimde laik Türkiye çizgisinden uzaklaşmaya başladığımızın net bir göstergesi olarak yorumluyor durumu.

Yasaklı bir ülkede yaşamak benim de tercihim değil ama bu serbesti ilerki dönemlerde başka özgürlüklere de emsal teşkil ederse Türkiye'nin modern ve çağa ayak uydurmuş kimliğinden uzaklaşacağı kaygısını bende taşıyorum.İzle ve gör politikası geçerli olacak önümüzdeki günlerde.

Bu arada gerekli yasal düzenlemelerden sonra klasik bir CHP hareketi olarak konu anayasa mahkemesine taşınacak ve uzayıp gidecek. Bu ülkede otuzbeş yılını geçirmiş bir vatandaş olarak net hatırladığım son onbeş yıla baktığımda aynı filmler baştan oynatılıp oynatılıp duruyor.Yaşı altmış ve üzeri olanlar bu söylediğime onbeş değil otuzbeş yıldır kırkbeş yıldır aynı diyecekler doğal olarak.

Yazımın sonucuna gelince herhangi bir sonuç yok.Tüm Türkiye pazar günü oynanacak Fenerbahçe-Galatasaray maçını bekliyor.

1/29/2008

29.Ocak.2008

Beklenen kar geldi.Aslında çok fazla beklenti yaratıldı. Belediye Başkanı önümüzdeki yerel seçimleri de göz önüne alarak tam mesai çalıştı.İstanbul halkı huzurlu uyudu kardan yollar kapanmayacak diye.Fakat yolları kapatacak kadar kar yağmadı.

Bir conta yüzünden 9 kişi tren kazasında hayatını kaybetti. Daha önceki tren kazasının da görevde olan ve davalar sonucu tekrar görevine iade edilen genel müdür halen görevine devam ediyor. AKP ve MHP ülkenin en büyük sorununu çözmek için kolları sıvadı. Ekonomi durgunlaşmış, dünya krizin eşiğinde çokta önemli sıkıntılar değil. Öncelikle türban işi çözülsün yeter ki.

Yunanistan Başbakanı geldi 3 kadeh rakı üzerinede bira içti. Çok memnun ayrıldı ülkemizden. Türkiye Kupası'nda Cim Bom Fenerbahçe ile eşleşti. Fenerliler şimdiden havaya girdi yirmi küsür sene sonra kupa alabilmek adına.

Internet forumlarında taraftarlar kapıştı.Konuşan Türkiye kapışan Türkiye...

1/24/2008

Uğur Mumcu Anısına...Sesleniş

Dağ gibi kara yağız birer delikanlıydık. Babamız, sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi. Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken bizler bir mum ışığında bitirdik kitaplarımızı. Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık. Vurulduk ey halkım, unutma bizi...

* * * Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. Yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep. Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

* * * Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk; komünist dediler. Ülkemiz bağımsız değil dedik; kelepçeyle geldiler üstümüze. Kurtuluş Savaşı'nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı daha da dik tutabilmekti bütün çabamız. Bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak istemediler. Vurulduk ey halkım, unutma bizi... Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi...

9/07/2007

Biricik Anneannemi Kaybettim

Canim kadar sevdiğim , 34 yıllık hayatımın her anında yanımda olan ve bugünlerime gelmemde en büyük emek ve katkı sahibi ailemizin en büyüğü anneannem Müyesser Sipahi (92) 05.Eylül itibariyle bizleri bu dünyada birakarak meleklerin arasindaki yerini almıştır. Acım çok büyük.Bundan sonraki hayatım da her daim yokluğunu arayacağım. Huzur içinde uyusun.Mekanı cennet olsun.

8/11/2007

Şirinler Yine Üzgün

Yeni sezon nihayet başladı.En son yazımda üzgün adamları hatırlatmıştım.Çok fazla zaman geçmeden benzer fotoğraf tekrarladı.Yeni formalarıylada şirinlere benzemişler. 100 yıllık takımın klasik formaları dururken şirinler rengini de anlamış değilim. Bu sezon keyifli geçicek gibi.

8/03/2007

Bu adamlara ne olmuş ?

Bu adamlara ne olmus acaba ? İpucu: Denizlispor-Fenerbahçe 14.Mayıs.2006

7/29/2007

Yeni Fotoğraflarım

7/24/2007

2007 Seçimleri Ertesi

19 Temmuz 2007 Perşembe tarihli, 2007/29 sayılı, 252 no.lu Penguen Dergisi'nde aynı duygularımı çizgileriyle ifade eden karikatürist Metin Üstündağ'a sonsuz saygılarımla...

6/03/2007

Red Bull Air Race 2007 - Haliç

Sıcak bir cumartesi günü...

İstanbul halkı klasik bir kalıp olacak ama akın akın haliç kıyısına doğru gidiyor. Bende bu halkın içinden biri olarak ilerliyorum yarışların gerçekleşeceği bölgeye doğru...

Gerçekten ilgi büyük. Sahilde oturacak yer yok.

Bir kısım insanda tam deniz kıyısında konuşlanmış. Seyyar satıcılar diğer etkinliklerden farklı olmak üzere dürbün satıyorlar. Tabi herkesin elinde digital kameralar, cep telefonları.

Aşağıdaki fotoğraflarımdan anlaşılacağı üzere bende bu gruba dahilim tabi ki.

Meğerse Türk halkı fotoğrafçılık sanatına ne kadar ilgi duyarmış ama telefonlarımız o dönemlerde evlerde kullanılan bir cihaz olduğu için bu ilgi açığa çıkamazmış...

Diğer fotolar için http://www.flickr.com/photos/kayihan/

5/20/2007

2007 Yaz Konserleri

On veya onbeş sene önce aşağıdaki haber yapılsa sanırım bir çok kişi 1 nisan şakası asparagas haberlerinden biri olduğunu düşünerek haberi okuyup gülüp geçerdi. Fakat aşağıda ki haber tamamen gerçek bir haber.

Önceki yıllarda Yunanistan'a, Bulgaristan'a kadar gelip ülkemize uğramayan dünyaca ünlü bir çok isim artık hem festivallere, hem turneler hem de özel konser programlarına bizim ülkemizi de dahil ediyorlar. Bunun ekonomik nedenleri yanında Türk seyircisinin göstermiş olduğu aşırı ilginin de önemli bir sebep olduğu kanısındayım.

Haberde yer alan konser ajandasına baktığımızda seksenli yılların önemli isimleri sırayla ülkemize geliyorlar.Tabi son dönemlerin popüler isimleride bu listeye dahil. Ülkemizdeki müzikseverlerin dileği bu listenin uzayarak ilerki yıllarda da devam etmesi şüphesiz...

Radikal Gazetesi'nden Müjde Yazıcı'nın haberi...

James

tarih: 30 Haziran Cumartesi

mekân: Kilyos Solar Beach, (Radarlive)

Radiohead, Coldplay, Nirvana, The Stone Roses gibi bir çok önemli ismin vaktiyle James konserlerinde ön grup olduklarını söylemek yeterli galiba. 1981'de kurulan James, türünün kült gruplarından. Kaçmaz.

Tool

tarih: 7 Eylül Cuma

mekân: Kuruçeşme Arena

Bu yazın kesinlikle en heyecan verici isimlerinden biri de Tool. 1990 yılında Los Angeles'ta kurulan progresif rock grubu, ilk albümleri 'Opiate'ı 1992'de çıkardı. Sonunda!

Dream Theater

tarih: 29 Haziran Cuma, 21.30

mekân: İstanbul Arena

Progressive müziğin geniş kitlelere yayılmasındaki en önemli pay kuşkusuz Dream Theater'a ait. Türkiye'ye üçüncü kez geliyor.

Michael Bolton

tarih: 3 Temmuz Salı, 22.00

mekân: Sepetçiler Kasrı, (Uluslararası İstanbul Caz Festivali)

1980'lerin romantik popunun en büyük isimleri arasında yer alan Michael Bolton, Frank Sinatra cover'larıyla İstanbul'da olacak.

Daft Punk

tarih: 23 Haziran Cumartesi, 20.00

mekân: Turkcell Kuruçeşme Arena

Daft Punk kritiklere göre tüm zamanların en başarılı elektronik müzik ortaklıklarından biri. Sahne performansları da kaçmaz.

Kelis

tarih: 1 Temmuz Pazar

mekân: Kilyos Solar Beach, (Radarlive)

Kalça sallayan R&B'ciler kontenjanından Kelis, şimdiye kadar Busta Rhymes, P. Diddy, Outkast ve Moby gibi birçok önemli isimle çalıştı. Kelis'ten hem göze hem kulağa hitap edecek bir performans bekliyoruz.

Tori Amos

tarih: 15 Temmuz Pazar

mekân: Parkorman, (Masstival)

Kariyerinin dokuzuncu albümü 'American Doll Posse' daha yeni çıkmışken yeniden İstanbul'a geliyor Tori Amos.

Shakira

tarih: 9 Temmuz Pazartesi, 21.00

mekân: Turkcell Kuruçeşme Arena

Yeni albümü 'Oral Fixation'ı, kendine has dans şovu eşliğinde Kuruçeşme Arena'da Boğaz'a nazır dinlemek isteyenler için.

Gogol Bordello

tarih: 26 Mayıs Cumartesi

mekân: Sabancı Üniversitesi

Geçen yıl Rock'n Coke performansları damağımızda kalmıştı. Sahnede çok uzun kalmamışlardı; yine geleceklerinin sinyallerini almıştık. Yerinde durmayan performanslarıyla yeniden geliyorlar! Hep gelsinler!

Cocorosie

tarih: 1 Temmuz Pazar

mekân: Kilyos Solar Beach, (Radarlive)

Geçen yıl Guns'n Roses konseriyle aynı güne geldiği için bir çok kişinin kaçırdığı Cocorosie, yeniden İstanbul'da. Konser geçen yıl Emek Sineması'ydı, bu kez Kilyos Solar Beach'te kulağımıza fısıldayacaklar.

Evanescence

tarih: 24 Haziran Pazar, 21.00

mekân: Turkcell Kuruçeşme Arena

Amerikan alternatif rock dünyasının Grammy ödüllü topluluğu Evanescence, 2000'li yıllarda kendine iyi bir yer edindi. Bu yıl en kalabalık geçecek konserlerden biri olacağını tahmin ediyoruz.

Joe Satriani

tarih: 14 Temmuz Cumartesi

mekân: İstanbul Arena

Efsane, virtüöz, ustaların ustası Joe Satriani gitarını konuşturmak üzre İstanbul'a geliyor. Efsaneye canlı canlı kulak verin deriz.

Robert Plant

tarih: 4 Temmuz Çarşamba, 21.30

mekân: Harbiye Açıkhava Sahnesi, (Uluslararası İstanbul Caz Festivali)

Led Zeppelin'in sesi Robert Plant, grubun dağılmasından sonra solo çalışmalara ağırlık verdi. 1990'ların başından bu yana Jimmy Page'le çeşitli albümler ve solo çalışmalara imza attı. Konserlerinde Led Zeppelin'in klasiklerine de yer verdiğini hatırlatalım.

Anthony & The Johnsons

Caz Festivali'nin en heyecan verici isimlerinden biri de Antony and the Johnsons. Antony & The Johnsons, son yılların en özgün seslerinden. Kesinlikle kaçırmayın deriz!

tarih: 8 Temmuz Pazar, 20.00 mekân: Şan Tiyatrosu, Surp Agop Vakfı Hastanesi, (İstanbul Caz Festivali)

Beastie Boys

20 milyonun üzerinde albüm satışıyla Tupac Shakur'dan sonra gelmiş geçmiş en büyük satış rakamına sahip olan topluluk, hip hop dünyasında kült kabul ediliyor. Beastie Boys'un sahne şovunu kaçırmayın deriz!

tarih: 17 Haziran Pazar

mekân: Parkorman (Efes Pilsen One Love)

Marilyn Manson

Marilyn Monroe ve Charles Manson gibi Amerikan tarihinin en önemli popüler ve tartışmalı figürlerinin isimlerinden oluşan Marilyn Manson ismi müzisyenin ilerleyen dönemlerde alacağı tavır hakında da ipucu veriyordu. Çarpıcı gotik sahne şovları, 'dark', makyajları ve ayrıksı soundlarıyla büyük beğeni toplayan Marilyn Manson, bu yıl Türkiye'de konser verecek en bomba isimlerden. Kaçırmayın!

tarih: 2 Temmuz Pazartesi

mekân: Solar Beach (Radarlive)

Avril Lavigne

16 yaşındayken plak şirketlerinin dikkatini çekti; şu anda 23 yaşında ve punk rock'ın en tanınan isimlerinden biri.

tarih: 14 Temmuz Cumartesi

mekân: Parkorman (Masstival)

Not etmeniz gereken diğer konserler...

Juliette & The Licks

tarih: 1 Temmuz Pazar

mekân: Kilyos Solar Beach, (Radarlive)

Nouvelle Vague

tarih: 30 Haziran Cumartesi

mekân: Kilyos Solar Beach, (Radarlive)

The Magic Numbers

tarih: 30 Haziran Cumartesi

mekân: Kilyos Solar Beach, (Radarlive)

Cake

tarih: 15 Temmuz Pazar

mekân: Parkorman, (Masstival)

Sum 41

tarih: 14 Temmuz Cumartesi

mekân: Parkorman, (Masstival)

Pain of Salvation

tarih: 14 Temmuz Cumartesi,

mekân: Parkorman, (Masstival)

Dany Brilliant

tarih: 8 Haziran Cuma

mekân: Parkorman

tarih: 9 Haziran Cumartesi

mekân: İzmir Açıkhava

tarih: 11 Haziran Pazartesi

mekân: Bilkent Otel

Buena Vista Social Club presents 'Cachaito Lopez'

tarih: 3 Temmuz Salı, 21.00

mekân: Parkorman

Julio Iglesias

tarih: 13 Temmuz Cuma, 21.30

mekân: İstanbul Arena

Toto Cutugno

tarih: 18 Haziran Pazartesi, 21:30

mekân : İstanbul Arena

Bob Geldof

tarih : 21 Haziran Perşembe, 21:30

mekân : İstanbul Arena

Jose Carreras

tarih : 01 Haziran Cuma, 21:30

mekân : İstanbul Arena

Duke Ellington Orchestra

tarih : 20 Haziran Çarşamba, 21:30

mekân : İstanbul Arena

Chaka Khan

tarih : 19 Temmuz Perşembe, 21:30

mekân : İstanbul Arena

Natalie Cole

tarih : 12 Temmuz Perşembe, 21:30

mekân : İstanbul Arena

Isaac Hayes

tarih: 30 Temmuz Pazartesi, 21:30

mekân : İstanbul Arena

Kool and The Gang

tarih : 31 Temmuz Salı, 21:30

mekân : İstanbul Arena

Underworld

tarih: 15 Haziran Cuma, 23.00

mekân: Parkorman

(Efes Pilsen One Love) Paul Young

tarih : 10 Ağustos Cuma, 21.00

mekân : Parkorman

(Efes Pilsen One Love) Arielle Dombasle

tarih : 24 Haziran Pazar, 21.00 mekân : Parkorman

Bryan Ferry

tarih: 5 Temmuz Perşembe, 21.00

mekân: Harbiye Açıkhava Sahnesi, (Uluslararası İstanbul Caz Festivali)

Blonde Redhead

tarih: 3 Temmuz Salı, 21.30

mekân: İstanbul Modern, Heykel Bahçesi, (İstanbul Caz Festivali)

4/29/2007

29 Nisan 2007 Cumhuriyet Mitingi

14 Nisan 2007 Tandoğan Meydanı Mitingi'nden sonra bugün de İstanbul'da binlerce insan cumhuriyete olan bağlılıklarını bir bayram coşkusuyla tüm dünyaya ve iktidardakilere bir kere daha gösterdiler. Binlerce cumhuriyet sevdalısı laik cumhuriyete sahip çıktı.

Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi

Ey Türk Gençliği!

Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici, bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkan ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakru zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evladı!

İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk İstiklal ve Cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.

Ankara, 20 Ekim 1927

4/23/2007

Akşamüstü İstanbul

photo by Kayihan

23 Nisan ve Google

http://googlebizelogoyapsana.com/ sitesinin çabaları sonuçlandı ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nda dünyanın bir numaralı internet arama motoru Google, 23 Nisan günü logosunda '' bize özel bir günde bize özel bir logo'' ile çıktı internet kullanıcılarının karşısına. Emeği geçen herkese teşekkürler....

Polonezköy

Tatil ve hafta sonlarında İstanbul'un kalabalık ve trafik eziyetinden kurtulup, keyifli bir gün geçirilebilecek mekanlar listesinin başında Polonezköy gelir. Bilindiği üzere Türkiye'deki Polonyalıların yaşadığı yer olan Polonezköy, şehir karmaşası ve griliği içindeki İstanbul'da yeşil bir nefes alma molası..

Kaan Korkmaz

Kaan, çok sevgili arkadaşlarım Esra ve Erk Korkmaz çiftinin biricik oğulları. 10.Mart.2007 tarihinde aramıza katıldı. Ayrıca kendisi benim gibi bir balık burcu. Kaan bebeğe , bir ömür boyu mutluluk ve sağlık dolu bir hayat diliyorum.

3/25/2007

Türk Milli Takımımızdan Tarihi Zafer

24.Mart.2007 tarihine rastlayan 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası Grup Eleme maçı , tarihleri boyunca karşı karşıya gelen iki ülkeyi bir kere daha karşı karşıya getiriyordu.Tarihin cilvesi midir bilinmez fakat 24.Mart tarihi Yunanistan'nın Kurtuluş Günü'nden bir gün önceydi yani Osmanlı'dan bağımsızlıklarını kazandıkları Cumhuriyet Bayramı'na rastalayan günün öncesi.

Onlar için önemli bu tarih, maçın 1782-1827 yılları arasında yaşamış Osmanlıya karşı başkaldırının önderi olmuş komutan Georgios Karaiskasis'nin adını taşıyan stadta oynananma tercihi ile ortama daha bir gerginlik katıyordu ve doğal olarak son Avrupa Şampiyonu'nu motive eden bu seçim, maçtan önceki otoritelerin tahminleriyle de birleşince kesin galibiyet bekliyordu Yunan halkı...

Bütün bu ortama rağmen Yunan Medyası'nın büyük bölümü oldukça sağduyulu yaklaşıyor hatta Milli Takımımızı Türkçe ''Hoşgeldiniz''gazete başlıklarıyla karşılıyorlardı.

Yukardaki fotoğrafta bu dostluk mesajlarının adresine ulaştığını gösteriyordu.Ege'nin iki yakasını paylaşan iki halk benzer kültür, alışkanlık ve karaktersitik özellikleriyle zaten dostlardı ve dost olarak kalacaklardı...

Beklenmedik bir golle oyunun daha hemen başında yenik duruma düşen Milli Takımımız attığı dört golle tarihi geceye adını yazdırıyordu.Futbolcularımızın yaşadıkları sevinç ve Yunanlı futbolcuların üzüntüsünü yukardaki kareler çok net anlatıyor.

Merak edilen konu ise Türk Mili Takımı'na ceza vermek konusunda oldukça cömert olan UEFA Yunan Milli Takımı'na da aynı hassasiyeti gösterecek mi ?

Sağ tarafta açılan bayrağa dikkat çekmek istiyorum. Bayrağın üzerine Kıbrıs haritası eklenmiş.Enosis hayallerinin bir uzantısı gibi.Umarım bu görüş bir grup fanatik Yunanlıya aittir.Yoksa söylenen dostluk şarkıları havaya uçup atmosferde yok olabilir.

İşte gecenin en güzel karesi.Yunalı taraftarlar milli takımımızı ezici galibiyeti sonrası alkışlıyor.

İstiklal Marşı'mız sırasında ıslıklayanlar bu davranışlarının kendilerine bir fayda sağlamadığını anlamış olmalılar...

Fotoğraflar Milliyet Gazetesi'nden alıntıdır.

3/23/2007

Madem satacaktık, neden aldık?

Yılların deneyimli ekonomi yazarı Güngör Uras bugünkü köşesinde tam anlamıyla benim düşüncelerimi yansıtmış.Yazısı şöyle;

''Osmanlı döneminde bankalar yabancılarındı. Sigorta şirketleri yabancılarındı. Fabrikalar yabancılarındı. İstanbul'daki suları (Terkos suyunu) yabancılar satıyor, İstanbul'daki tramvayı yabancılar işletiyor, elektriği, havagazını yabancılar üretiyor ve dağıtıyordu.

Derken efendim, Osmanlı battı. Cumhuriyet kuruldu. Cumhuriyet kurulunca biz bankaları, sigorta şirketlerini, fabrikaları yabancılardan satın almaya çalıştık. Sular idaresini, tramvayları biz işletmeye, elektriği, havagazını biz üreterek dağıtmaya başladık.

Sadece o kadar mı? Daha da ileri gittik. Yabancılardan aldıklarımızın yanına kendimiz bankalar, sigorta şirketleri, fabrikalar kurduk.

Ama bütün bunlar kolay olmadı. Önce bu işlerin nasıl yapılacağını bilmiyorduk. Sonra paramız yoktu. O nedenle kurarken de işletirken de hatalar yaptık. Kurarken de işletirken de maliyetlerimiz "tavanlarda dolandı"... Ama bu millet "Pahalı olsun da benin olsun... Pahalı faturayı ödeye ödeye nasıl olsa bir gün bu işleri öğreniriz" diyerek sabır gösterdi. Fedakârlık etti.

Neden aldık?

Devletin kurulan bankalara, sigorta şirketlerine, fabrikalara yaptığı yardımın faturasını millet paylaştı. Bankaların, sigorta şirketlerinin, fabrikaların pahalı mallarını ve hizmetlerini millet satın alarak bunların ayakta kalmasını, gelişmesini, büyümesini sağladı.

Tekrarda yarar var, bütün bunlar kolay olmadı. Ucuz olmadı. Derken efendim, geldik bugünlere... Bugünün şartları ne Osmanlı'nın son yıllarının ne de cumhuriyetin ilk yıllarının şartlarına benziyor... Tamam... Şartlar benzemiyor ama, bizim büyük fedakârlıklarla ortaya çıkardığımız, büyüttüğümüz bankalarımız, sigorta şirketlerimiz, fabrikalarımız elden gidiyor.

Yabancılar geliyor, banka, sigorta şirketi, fabrika ne varsa alıyor. Tamam... Alıp götürmüyorlar ama, mülkiyet Türklerden yabancılara geçiyor. Elektrik, gaz, telefon şirketlerini yabancılar alıyor. Yakında paralı yolları yabancılar işletecek. Lütfen beni hemen "yabancı sermaye düşmanı, özelleştirme karşıtı" ilan etmeyiniz. Lütfen bana anlatınız:

Mademki biz gene yabancılara satacaktık... Bunları yabancılardan almak için neden o kadar fedakârlığa katlandık?

Neden satıyoruz?

Acaba, cumhuriyeti kuranlar, cumhuriyetin ilk yıllarında bankacılığı, sigortacılığı, sanayiyi, ulaştırmayı, haberleşmeyi geliştirmek için çaba ve para harcayanlar gereksiz işler mi yaptı? Yabancıların bankaları sigorta şirketlerini, fabrikaları, arsaları satın alırken ödedikleri paraların büyüklüğü, telefonun, elektriğin, otoyolların işletme hakkı için ödedikleri ve ödeyecekleri paraların büyüklüğü "sağlıklı düşünmeyi" perdeliyor. "Ohh... Ohh... Paralar geliyor" diye sevinen çok kişi neyin ne olduğunu anlayamıyor. Halbuki üzerinde durulması gereken 2 nokta var: (1) Bankaların, sigorta şirketlerinin fabrikaların yabancılara satışından gelen paralarla bir yenilerini kurmuyoruz. Kuramıyoruz. (2) Yabancılar bunları iş olsun diye değil, kazanmak için satın alıyor. Bunlar kazanınca, yabancılar kazandıkları parayı (tabii hakları olarak) yurtdışına çıkaracak. Döviz olarak çıkaracak.

Tekrarda yarar var: Yabancı sermayeye ve özelleştirmeye evet... Ama hesabını kitabını iyi yapmak şartıyla.''

3/09/2007

KADIN

KİMİ DER Kİ KADIN,

UZUN KIŞ GECELERİNDE YATMAK İÇİNDİR.

KİMİ DER Kİ KADIN,

YEŞİL HARMAN YERİNDE

DOKUZ ZİLLİ KÖÇEK GİBİ OYNATMAK İÇİNDİR

KİMİ DER Kİ AYALIMDIR,

BOYNUMDA TAŞIDIĞIM VEBALIMDIR

KİMİ DER Kİ HAMUR YOĞURAN

KİMİ DER Kİ ÇOCUK DOĞURAN

NE O, NE BU, NE KÖÇEK, NE AYAL, NE VEBAL

O BENİM KOLLARIM, BACAKLARIM, BAŞIMDIR

YAVRUM, ANNEM, KARIM, KIZKARDEŞİM

HAYAT ARKADAŞIMDIR...

Nazım Hikmet

2/20/2007

Ortaokul Yıllığımdan 1987 Senesi

Sınıfımızın renkli simalarından olan Kayıhan öğretmenler arasındaki ününü hersene korumayı başarır.

En büyük özelliği süper esprileri ve florasan renli havlu çoraplarıdır.Hazırlığın başında bir gazaba uğrayarak adı Lütfi olarak kalmıştır, ama hersene isminin Kayıhan olduğunu her öğretmene büyük bir sabırla anlatır.

Kayıhan'nın dört senedir okul kurallarına uyma azmi yavaş yavaş sonuç vermeye başlamıştır.Sorulan bir soruya sınıf ''evet'' diyorsa ''hayır'' diyen ses Kayıhan'ındır.Kayıhan arkadaşımız derslerdeki aktifliğini teneffüslerde de göstererek sınıf korosuna katılmayı adet edinmiştir.

Tüm bu özelliklerinden başka canayakın ve neşeli arkadaşımızı Lise'ye uğurlarken hayatboyu başarılar dileriz.

Rami de Ekmek Arası Patates

İstanbul da bir semt Rami... Eyüp'ün üst tarafı, Bayrampaşa ve Gaziosmanpaşa'nın alt tarafı .

Bu şehirde yaşayıp da yolunuzun düşmeyeceği onlarca yerleşkeden biri . Çoğu Osmanlılar zamananında semte yerleştirilmiş göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı bir yer.

Fakat yetmişli yıllardan sonra iyice artan köyden kente göç olgusunun sonucu olarak alt gelir tabakasının kümeleştiği yerleşim alanlarına tipik bir örnek olmuş Rami.

Bunların yanına birde İstanbul'da son on senede hakimiyeti ele geçiren belediyecilik anlayışını da ekledik mi ikibinli yılların klasik bir İstanbul manzarası sonuç olarak.

Tipik bir esnaf lokantasındayım öğlen yemeği için. Aslında dükkanın önüne koyduğu ''Menü Tabelası'' ile biraz modern bir hava yakalanmaya çalışılmış. Telefonla siparişte alınıyor hatta menüde hindi etli yemek bile var. Altışar kişilik masalar dizilmiş ard arda.Eğer tek başınıza yemeğe gittiyseniz mutlaka tanımadığınız insanlar ile yemek zorundasınız.En azından selamlaşıp,afiyet olsun demek kültürüne zorlayan, sosyalleştiren bir durum belki de milyonlar içinde yanlızlıkları yaşadığımız metropollerde.

Hemen yüz metre arkasında Rami Lisesi var ve okuldan çıkan acıkmış sabahcı öğrencilerin veya okula giden acıkmış öğlenci öğrencilerin karın doyurabilecekleri iki seçenekten biri marketler dışında. İki adet döner çubugu asılı bir et diğeri de tavuk.

Çocuklar bir karmaşa içinde ekmek arası dönerlerini almak gayretinde.Bu sırada dışarı servis yapılan ufak camın icinden küçük bir kafa beliriyor.

Dönerci ustasına '' Ekmek arası patates istiyorum.Ama bol ketçaplı olsun.''

Adama çok farklı bir istek gelmiyor. ''Arasına döner koymayım mı ?''.Çocuk kulaklarımla duymaktan üzüntü duyduğum şu sözleri söylüyor.''O kadar param yok''

Dönerci pek umursamadan ekmeğin arasına kızarmış patatesleri yerleştiriyor ve bol ketçap sıkarak, paketleyip çocuğa uzatıyor.Çocuk paketini özenle çantasına yerleştirip yoluna devam ediyor.

Muhtemelen onlarca defa yaşanan durumlardan bir tanesi benimde şahit olduğum.

İstanbul gibi milyonların yaşadığı bu şehirde milyonlarca da farklı hayatın varlığını hissetmeme neden olan olaylardan bir tanesiydi ekmek arası patates sadece.

2/15/2007

Batu Gürleyen

Paulina-Tolga Gürleyen çiftinin biricik oğulları Batu Gürleyen'nin blog sitesi...

http://batugurleyen.blogcu.com/

İşte size Batu;

Herkese Merhaba,

31 Ekim 2005 tarihinde dünyaya geldiğimde Gürleyen ailesinin ilk torunu olarak ne kadar da mutlu bir gündü. O güne ait resmimi görünce ne kadar da küçükmüşüm diyorum artık...

Şimdilerde 16 ayı devirmek üzereyim bir o resme bakın bir de şimdiye, hem artık ben yürüyorum biliyor musunuz. Yarım yamalak iki dile ait bir karışımla konuşmaya çalışıyorum.

Anneannem hergün bütün gücüyle bana bakıyor, babam bu aralar nedense daha çok evde, şaşırıyorum onunla bu kadar sık karşılaşmama.

Annem her zamanki gibi akşamları bana bıcıbıcı yaptırıyor, günün en eğlenceli kısmı o. Kendimi yıkamaya çalışıyorum bu sıralar. Ayaklarımı tek tek anneme veriyorum süngerle tertemiz etsin diye.

Sonrasında süt ısıtıyoruz anneyle ve içip tumba yatak..

Topla oynamayı seviyorum, arada dengemi kaybedip düşünce canımı yaktığım zamanlar da oluyor ama çocuğuz düşe düşe büyüyeceğiz öyle değil mi?

Bugün önce herkesle artık temasa geçebildiğimi sizlere ilan etmek adına merhaba demek için açılış yazımı babama yazdırttım, en yakın zamanda sıksık haberleşmeye başlayacağız inşallah.

Bu arada ilk kez duysamda özel bir gün olduğu söylendiğinden herkesin sevgililer gününü kutlarım.

Şimdilik hoşçakalın...

1/31/2007

Ünlü Türk Şahsiyetlerinden Akıl Dolu Sözler

*Muhabir : Cumhurbaşkanı adayınız kim?

Deniz Akkaya : İsmail Cem Boyner

*Çarkıfelekde Ajda Pekkan harf söylüyor:

Zonguldağın zoo su

*Tülin Şahin (Sivaslı Cindy):

Aşık Veysel'den sonra Sivas'ın yetiştirdiği en önemli değerlerden biriyim..

*Show haber bülteninde Reha Muhtar:

Alanda 10 bin kişiden fazla,tam 6 bin kişilik bir kalabalık var sayın seyirciler

*Şenol Güneş:

Eskiden yaylaya gidiyorduk, şimdi Laila`ya gidiliyor.

*Nükhet Duru:Ses bedende en geç yaşlanan organdır.

1/30/2007

Arjantin Barajı

2002 Yılı Dünya Kupası

Brezilya Milli Takımı'nın Alman Milli Takımı'nı finalde 2-0 yenerek beşinci şampiyonluğuna ulaştığı,Milli Takımımızın Dünya üçüncüsü ve 8 golle Ronaldo'nun gol kralı olduğu kupa da Arjantin Milli Takımı'nın frikik vuruşunda baraj kurarken verdikleri poz 2002 yılının akılda kalan kareleri arasında yerini aldı.

kaynak:Hayatım Futbol

1/24/2007

Türk Tarihi'nde Talihsiz 24 Ocaklar

Türkiye tarihinde önemli yer tutan trajedilerin birçoğunda 24 Ocak tarihi öne çıkıyor.

Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okan, gazeteci Uğur Mumcu, tiyatrocu Mümtaz Sevinç 24 Ocak'ta hayatlarını kaybetti.

Bugün de Türk siyasetine damgasını vuran isimlerden biri olan İsmail Cem, kansere yenik düştü.

İşte 24 Ocak'ta gündemi değiştiren trajik olaylar:

• Gazeteci ve yazar Uğur Mumcu, otomobiline yerleştirilen bombanın patlaması sonucu katledildi. (1993)

• Diyarbakır'ın sevilen Emniyet Müdürü Gaffar Okan uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi. Hizbullah operasyonları ile dikkat çeken ve Hizbullah'ın ölüm listesinde birinci sırada yer alan Okan, Uğur Mumcu'nun bombalı saldırıda öldürülüşünün 8. yılında öldürüldü. (2001)

• Dışişleri eski Bakanlarından İsmail Cem, akciğer kanseri tedavisi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi. (2007)

• Tiyatro ve sinema oyunculuğunun yanı sıra dublaj sanatçısı olan Mümtaz Sevinç, Üsküdar’daki evinde kız arkadaşı Banu Baldır tarafından bıçakla öldürüldü. (2006)

• Türkiye'nin ilk haberleşme uydusu TÜRKSAT-1, fırlatıldıktan 12 dakika 12 saniye sonra okyanusa düştü. (1994)

• Yassıada duruşmalarında Başsavcı Altay Ömer Egesel, Adnan Menderes'in idamını istedi. (1961)

• Zonguldak'ta, Ereğli Kömür İşletmelerine bağlı Gelik ocağındaki grizu patlamasında 52 madenci öldü, 19 madenci yaralandı. (1955)

• İstanbul Küçükyalı'da Neşe Sineması çöktü; 37 kişi öldü, çok sayıda kişi yaralandı. (1959)

Sakıncalı Piyade'nin Ardından 14 sene...

Uğur Mumcu'nun aramızdan ayrılışının 14.senesi bugün. Gelinen nokta fazla yorum yapmayı gerektirmiyor. Sadece, insanlarımıza yaşarken değilde öldükten sonra daha fazla değer verildiğini görmek gerçekten üzüntü veriyor bana.

Gazeteciler,yazarlar, fikir adamları aramızdan ayrıldıktan sonra daha çok okunup,tartışılıyorlar. Bununların yanında söyledikleri sözler fındık kabuğunu doldurmayanlar yazılı ve görsel basında baştacı edilyorlar sırf bağlantıları dolayısıyla. Dileğim herkes hak ettiği davranışları hayattayken görür.

Ankara' nın taşına bak

Gözlerimin yaşına bak

Uyan uyan Gazi Kemal

Şu feleğin işine bak

Binlerce insan Ankara'nın karlı ve buz gibi bir gününde hep bir ağızdan söylemişlerdi bu şarkıyı...

ve de bunu...

Şu sılanın ufak tefek yolları

Ağrıdan sızıdan tutmaz elleri

Tepeden tırnağa şiir gülleri

Yiğidim aslanım burda yatıyor.

Uğur Mumcu'nun anısına...

1/23/2007

Günün Sözü

"Neler yapmadık şu vatan için! Kimimiz öldük; Kimimiz nutuk söyledik. . . "

Orhan Veli Kanık

1/19/2007

Atatürk ve 19 Sayısı , Nutuk'un Gizli Şifresi

Beyin cerrahı Dr.Muammer Yüksel ile biyofizik uzmanı Dr.Erhan Kızıltan,bir bilimsel araştırma için bir araya gelip çalişmaya başlar.Bu araştırma için gerekli olan bilgisayar programını Dr.Erhan Kızıltan yazar.
Programın çalışıp çalışmadığını denemek için o sırada bilgisayarda tam metni hazir olarak bulunan Atatürk'ün 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında CHP kongresinde okuduğu Büyük Nutuk'unu programa koyarlar.Bir süre sonra, program Nutuk'un içinde her kelimenin kaçar kez tekrarlandıgını ortaya çıkarır.
İki bilim adamı, ilk olarak Nutuk'da 19'ar kez tekrarlanan kelimeleri ilk kullanım >sıralarına göre bir araya getirerek bir metin ortaya çikarırlar.19 rakamı Atatürk'ün hayatında önemli bir yer tutmaktadır.
ÇÜNKÜ;
*Atatürk,19.yüzyılın bitmesine 19 yil kala 1881 de doğdu.1881 19'un 99 katı.
*1881, Rumi takvime göre 1297'ye denk gelir.1+2+9+7:19
*Selanik'de doğdu.Selanik sözcüğünün ''ebced'' (Arapça'da her harfin sayısal bir değeri oldugunu belirten hesap) hesabıyla değeri 171' dir.171 19'un 9 katıdır.
*Nüfüs kütüğünde sıra numarası 19'dur.
*Nüfus Cüzdanı numarası 999814'tü.Bu sayı 19'un 52 bin 621,789 katı.
*İstanbul Harp Okulu'na 1900'de kayıt oldu.1900 19'un 100 katıdır.Bu sırada yaşı 19'du.
*Harp Akademi'sine 57.inci devre olarak girmişdir.57 19'un 3 katı.
*Atatürk Harp Okulunu 20'nci olarak bitirdi.Subaylardan birisi yabanciydi.Bunedenle mezun olan 19'uncu subay oldu.
*Yüzbaşı olarak orduya katılış sırası 38'di.19'un iki katı.
*Çanakkale Savasları'nın zaferle sonuçlanmasında büyük rol oynayan 19.uncu tümeni kurdu.
*19 Mayıs 1915' de albay oldu.
*Komutanı olduğu alayin numarasıda 38' di.19'un 2 katı.
*Komutanı olduğu bir başka alayın numarası 57'ydi.19'un 3 katı.
*19 Mart 1916'da tuğgeneral oldu.
*19 Aralık 1904'de Yıldız Sarayı'na çağrıldı.
*19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkarak Kurtuluş Savaşını başlattı.O zaman 38 yaşındaydı.Yani 19'un 2 katı. *Atatürk'ü Samsun'a götüren Bandirma vapurunun 19 yolcusu vardı.
*Samsun'da 19 gün kaldı.
*4 Temmuz 1919'da Erzurum'a gitti.19 gün sonra 23 Temmuz'da Erzurum Kongre'sini topladı.
*4 Eylül 1919 Sivas Kongresi'nden 114 gün sonra 27 Aralık 1919'da Ankara'ya gitti.114 19'un 6 katı.
*Mili Mücadele'ye başlanması için komutanlariyla yaptiği konuşmanın tarihi 19 Kasim 1919'du.
*TBMM'nin kurulmasina 19 Mart 1920'de karar verdi.
*19 Eylül 1921'de mareşallik ve gazilik ünvanı aldı.
*Gençliğe Hitabe'de 19 cümle vardır.
*Mustafa Kemal Atatürk adında 19 harf var.
*Atatürk'ün Latife Hanım ile olan evliliği 912 gün sürdü.912 19'un 48 katı.
*10 Kasim 1938'de öldü.1938 19'un 102 katıdır.
*57 yil yaşadı.19'un 3 katıdır. Yaşamının ilk 19 yılında askerliğe hazırlandı.Ikinci 19 yılında asker olarak hizmet verdi.Üçüncü 19 yılında ise ülkenin kurtarıcısı ve devlet başkanı olarak görev yaptı.
*Öldüğünde yatağının altında bulunan otomatik silahta 19 mermi vardı.
*Cenaze namazı 19 Kasim 1938'de Dolmbahçe Camii'nde kılındı.
*Atatürk'ün ölümü üzerine silah arkadaşı İsmet İnönü'nün Türk Milletine yazdığı beyanname 19 cümledir.
*Cenazesinde çalınan Chopin'in cenaze marşının numarası 19'dur.Bu marşta 19 nota vardır.
*Miras olarak 19.000 lira birakmıştır.Yani 19'un 1000 katı.
*''Ne mutlu Türküm Diyene'' cümlesi 19 harfdir.
*''Istikbal Göklerdedir'' cümlesi de 19 harfdir.
*İstanbul Akaretler'de kaldığı evin numarası 19'dur.
İşte bu nedenle,NUTUK'da 19'ar kez tekrarlanan kelimelerden bir metin oluşturan Dr.Muammer Yüksel ile Dr.Erhan Kiziltan,Osmanlıca sözcükleri günümüz Türkçe'sine çevirir bazi eksik cümleleri,anlamını bozmayacak şekilde tamamlar.Sonuçta ortaya şu şaşırtıcı metin çıkar.
''TÜM SEÇKİN TEMSİLCİLER MİLLETE HİZMET ETMEK YERİNE GÖREVLERİNİ YERİNE GETİRMEMEKTEDİRLER. BUNLARIN KANUNLARA BİLFİİL UYMALARI GEREKTİĞİNİ BELİRTİNİZ.
ŞUNU SÖYLEYİNİZ:
YAKIN ZAMANA KADAR MEVCUT FAALİYETLERİ BAŞKA GÖZLE GÖRMEYE ÇABALAYANLAR ARTIK DURUMUN FARKINA VARMIŞLARDIR.KUMANDANLARIN (ASKERLER VE YÖNETİCİLER) HİZMET ETMELERİNE SİZ ENGEL OLUYORSUNUZ.OLAYLARI TAM OLARAK DÜŞÜNEN HER KİŞİ BUNUN NEDENİNİN HÜKÜMET OLDUĞUNU GÖRÜR.TÜM BAŞKANLIK SİSTEMİ BİZCE SUİSTİMAL EDİLMEKTEDİR.TOPLANACAK TARAFLAR SAYICA AZ OLSA BİLE AZAMİ SAYIDAKİ DÜŞMANIN KARŞISINDA DURMALIDIR.BU ÇAGRIYI YAPMASI GEREKEN YÜZBAŞILARDIR. BÜYÜK ŞEREFLİ CEPHE DÜŞÜNÜLMELİDİR.
Bu metin 2 bilim adamını çok şaşırtır.Çünkü günümüz Türkiye'si ile ilgili ipuçlari vermektedir.Bir başka deyişle Atatürk,100 yıl önceden Türkiye'de olup bitecekleri görmüş gibidir.Dr.Muammer Yüksel ve Dr.Erhan Kızıltan araştırmaları sırasında 19'ar kez tekrarlanan sözcükler de bulur.Bu sözcüklerle oluşturdakları metin ise,Türkiye'deki bölücülük hareketinin ne aşamaya geldiğini 100 yıl önceden gösterir gibidir.
''MAKSADIN ANLAŞILIYORDU.TARİHİ VİLAYETİN AHALİSİNİ BÖLÜP DİYARBAKIR KÜRT DEVLETİNİN KURULMASINA YOL AÇMAK. MEMLEKETİN İÇİNDE BULUNDUĞU DURUM KESİNLİKLE BİRİSİNİN DURUMA MÜDAHALE ETMESİNİ GEREKTİRECEKTİR. İÇİNDE BULUNULAN SOMUTSUZ KOŞULLAR GEREĞİNCE BAĞIMSIZ GRUPLAR HAREKETE GEÇECEKTİR.YİRMİ VAKİT SONRASINDA BU DEĞERLENDİRMEYİ KİM YAPACAK VE EYLEME GEÇECEKTİR.
Bu metinde yer alan ''YİRMI VAKİT'' ifadesini ilgi çekici bulan iki bilim adami bir arastirma yapar.Vardıkları sonuç şaşırtıcıdır.Güneydoğu'da bir Kürt devleti kurmak için yola çıkan Abdullah Öcalan PKK'yı 1978'de kurmuştur.Öcalan 1999'da yakalanmıştır.Bir başka deyişle eylemlere başladığı yil ile yakalandığı yıl arasında 21 sene vardır.Bu da Atatürk'ün ''YİRMİ VAKİT'' deyimine uygun bir zamandır.İki bilim adamının yorumuna göre,bu 20 vakit dolmuştur.Ve ülkenin bölünmesini engellemek için eyleme geçilmesi zamanı gelmiştir.Nutuk'u iki bölüm halinde kitaplaştırıldığını göze alan Dr.Muammer Yüksel ile Dr.Erhan Kızıltan,kitabın 'belgeler' bölümünde de 19'ar kez geçen sözcükleri arayıp bulur ve yeni bir metin ortaya çıkarır.
''DÜŞÜNDÜKLERİNİ AÇIKÇA SÖYLEYEN PEK ÇOK KİŞİNİN ORTAK FİKRİ;HÜKÜMETİN BUGÜN DÜNYAYA YAKIN DURMASININ ASIL NEDENİNİN SEÇİMLE KENDİLERİNE VERİLEN GÜCÜ KULLANARAK SİSTEME RESMEN AYKIRI FİKİRLERİ UYGULAMAYA ÇALIŞMASIDIR.GERÇEKYÜZÜ BELLİ OLMAYAN AZINLIKTA OLAN YÖNETİM MERKEZİ, GERÇEK YÖNETİMİN,ANKARA'NIN DİKKATİNİ ÇEKMEK ZORUNDADIR.RÜŞVETCİ VALİLERİN (YÖNETİCİLER) CUMHURİYET İLKELERİ YERİNE KENDİ ÇIKARLARINA YÖNELMELERİ MÜDAHALEYİ GEREKTİRİR.''
Dr.Muammer Yüksel ile Dr.Erhan Kızıltan bu son metni günümüz Türkiye'sini anlattığını düşünüyor.İki bilim adamı bu çalışmayı kitap haline getirdi.'Neden Kitap'tan çikan ve ''NUTUK'DAKİ GİZLİ HİTABE'' adını taşıyan kitabın önümüzdeki günlerde epey tartışma yaratacağı ortada.Çünkü kitapta Atatürk'ün Gençliğe Hitabe'sinin hangi anlama geldiği ve hitabedeki uyarıların hangi zaman diliminde geçerli olacağı da yine 19 formülü ile açıklanıyor.
Sonuç olarak;
ZAMANININ İLERİSİNDEKİ ADAM OLARAK NİTELENEN ULU ÖNDER MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜN 100 YIL ÖNCE YAZDIĞI NUTUK,GÜNÜMÜZ TÜRKİYE'SİNİN İÇİNDE BULUNDUĞU DURUMU ÇOK NET OLARAK ORTAYA KOYUYOR.

1/05/2007

Müzisyen Olacak Çocuk -Yusuf Arda Özgür (20 aylık)

Necati'den Fıkralar

İş adamı tıraş olurken bir yandan da berberiyle sohbet etmektedir. Derken, kapının önünden ağır ağır geçmekte olan paspal bir çocuk görürler. Berber, iş adamının kulağına fısıldar;

-"Bu çocuk var ya,dünyanın en aptal çocuklarından biridir! Bak; dikkat et şimdi..." Berber çocuğa seslenir:

-"Ali, buraya gel!". Bunun üzerine çocuk sakince dükkana girer ve yüzündeki aptalca sırıtmayla berberi selamlar. Berber işadamının kulağına sessizce, "bak şimdi" diye fısıldar ve bir elinde beş yüz bin, diğer elinde beş milyonluk bir banknot olduğu halde çocuğa sorar:

-"Hangisini istiyorsan alabilirsin?" Çocuk dalgın dalgın bir beş yüz bine bir de beş milyona bakar ve sonunda beş yüz binlik banknotu hızlıca çekerek berberin elinden alır. Berber işadamına döner ve gülerek:

-"Gördün mü? Sana söylemiştim." der.Tıraş bitince işadamı sokağa çıkar ve az ileride kendi kendine oynayan Ali'yi görür. Yanına giderek, neden beş milyonluk değil de, beş yüz binlik banknotu aldığını sorar.Çocuk hiç de aptalca olmayan bir sırıtmayla yanıt verir :

-Eğer beş milyonluğu alırsam oyun biter!"

1/04/2007

2007 madem bayram olarak başladı bu yılın her günü de bayram gibi geçsin...

12/06/2006

İlk Adımı Atmak

Her zaman ilk adımı atmak zordur.

Her başlangıcın zor olduğu gibi.

Hayat denen macera filmini başa sarınca ilk olarak gözümün önünde canlanan ilk varlık annemdir doğal olarak.

Daha sonra adı üstünde ilkokul.

Biraz filmi hızlı sarıp ilk üniversitedeki günüm.

Tek başına hiç bilmediğin bir ortama evinden çıkıp acemice dalış ve bir süre etrafa bakındıktan sonra geçen zamanın da yardımıyla kuzuluktan kurtluğa geçiş…

Ve işte en zor dönem üniversite biter ve ilk iş başvuruları başlamalıdır.

Etraftan özgeçmiş örnekleri bulunur.Çok fazla da yazacak bir şey yoktur aslında sadece dış görünüşü süslü içeriği epey boş özgeçmişlere.

O tarihlerde daha ne internet yaygındır ne de internetteki kariyer siteleri ..

Her Pazar insan kaynakları gazeteleri heyecanla beklenir.Uygun olabilenlere fakslar gönderilir hatta posta,elden teslim gibi şu dönemde çokta fazla kullanılmayan yöntemler.

Tabi bu arada referans araştırma çalışmaları başlar ,bu süreç her dönem için hiç değişmez değişmeyecektir.Referansı olanlar sadece referans sürecini yaşar hatta gereken kişiye ulaşılır ve akabinde göreve başlanır.Bu gruptakilere şanslı doğanlar deriz….

Başvurular ardı ardına gönderilir ilgili posta kutularına ve ümitsiz bir razı oluş başlar süreç uzadıkça…

Bununla beraber yıllarca mücadele ettiğimiz sınav sinsilesi üniversiteyi bitirsek bile bizi bırakmamıştır.Sanırım bu durum Türk gençliğinin kaderidir.

Ve ilk sınava girilir.Üniversite sınavından daha önemlidir çünkü kaybederseniz hayattada kaybetmeye başlayabileceğiniz günler yakın gibi gelir insana halbuki ilk sınavı kaybedersiniz iki,üç,dört ve diğerleri…

Bir süre sonra sınavlardan umut kesilir ve diğer yöntemlere başvurulur (bknz.referans).

Neyse ki bende böyle bir durum olmadı.Askerliğim dönüşü girdiğim iki sınavı sırayla kazandım ve iki seçenek içinden bana göre doğru olanı seçmek göreviyle baş başa kaldım.

Yıllar sonra hata yaptığımı anlamıştım ama diğer seçeneğinde beni bir yere götürmeyeceği bir süre sonra belli oldu.Sınav aşaması biter ama daha işe alınmamışsınızdır.

Şimdi en zor olan mülakat safhasındadır sıra.

İlk mülakatınıza girdiğinizde sesiniz titrer,heyecandan avuç içleriniz titrer eğer görüşmede bir şeyler içmeniz teklif edilirse çok dikkatli olun.

Yoksa karşınızdakinin hafızasında çok kalıcı izler bırakabilirsiniz bir fincan kahveyi üzerinize dökerek.

Sözün kısası insanlar hayatları devam ilkler hep var olacaktır. Önemli olan yaptığımız her işte ilk günün heyecanını duymak ve o heyecanı tüm iş hayatında sürdürmektir.

Heyecanımızı kaybettiğimiz gün o iş bizim için dayanılmaz olacaktır. İş hayatında sürekli birileri bize heyecan yaratamayacağına göre bütün olay kendimizde bitmektedir…

Şampiyonlar Ligi'ne Veda

Şampiyonlar Ligi'ne veda ettiğimiz buruk gece de Okan Buruk'un attığı gol gerçekten

muhteşemdi.