6/20/2006

Bayrağı Denize Attılar

G.Saray bayrağını denize attılar.

G.Saray'ın şampiyonluğunun ardından Boğaziçi Köprüsü'ne asılan dev bayrak, ipleri kesilip denize atıldı.

Sabah saatlerinde otomobille Boğaziçi Köprüsü'ne gelen 5 kişi, araçtan inerek korkuluk demirlerini aştı. Bu kişilerin bağlantı yerlerinden kestikleri GS bayrağı, daha sonra denize düşerek kayboldu.

Köprü koruma polislerinin fark ederek olay yerinde gözaltına aldığı bu kişiler, Beylerbeyi Polis Merkezine götürüldü."Genç Fenerbahçeliler" yazılı forma giydikleri görülen bu kişilerin, köprüye FB bayrağı asmak için izin istedikleri, ancak buna izin verilmeyince GS bayrağını indirdiklerini söyledikleri öne sürüldü.

http://www.kanalturk.com.tr/haber.php?haber_id=52180

Sizlerden Gelenler

Kayıhan Yapılan tamamen terbiyesiz,seviyesiz,ilkelce bir harekettir.Daha önceden de aynı hareket yine aynı klüp taraftarları tarafından yapılmıştı.Münferit hadise demeyi çok isterdim.Bu ülkede kim bilir ne zaman birbirimize tahammül etmeyi öğreneceğiz.Bu bayrağı denize atanlar acaba aynı harekete kendileri maruz kalsalar ne yaparlar, ne düşünürlerdi merak ediyorum.Yazık ..Çok yazık..Biz daha kendi içimizde bir yerlere gelemedik AB için çok yolumuz var bu kafada devam edersek.

Saygılarımla... Yorum Sırası: 3 Tarih : 20-06-2006 [ Cevap yaz ]

6/16/2006

Bodrum Köylüleri

Akşam ATV haberde Bodrum köyleri ile ilgili bir haber vardı. Yazın gelmesiyle deniz kenarı, tatil beldelerine hücum eden TV haber merkezleri bol mayolu, sereserpe uzanan turist görüntülerinin yanında çok nadirde olsa bu tarz haberleri yakaliyorlar.Ne mutlu bize....

Haberin konusu, Türkiye de yazlık mekanların başkenti Bodrum'a çok yakın mesafelerdeki köylerde yaşayan ama yıllardır denize bile girmeyen, sadece hasta olduklarında ilçe merkezine giden yurdum insanlarıydı.

Yanıbaşlarında yaşanan bol eğlence ve hareket dolu yaşamdan ne kadar soyutlardı. Aslında Bodrum da yaşanan hayat hiç umurlarında değildi açıkçası. Kendi köy hayatlarında, kurdukları az ve öz yaşamlarında çok fazla da beklenti içinde olmadan belki çok mutlu değil ama eminim ki biz şehir yaşamında mücadele eden insanlardan daha huzurlu olarak yaşıyorlardı.

Gün geçtikçe büyük bir şehir formuna gelen Bodrum'a gitmeyerek zaten çok akıllıca bir iş yapıyorlar bence de...

6/14/2006

Yağmur

Sanki nisan yağmurları haziranı bekledi bu sene. Ankara da yıllarca alıştığımız kırkikindi yağmurları vardı. Yağar ve geçerdi sessizce. Şemsiye ihtiyacı olmazdı, rahatsız etmezdi insanları veya insanlar rahatsız olmazlardı yağan yağmurdan. İstanbul'da yağmur sıkıntı demek. İnsanların birbirini ezerce kaçıştığı, şemsiyelerin sokaklarda birbiriyle çatıştığı, Oluklara sığmayan suların caddelere taşıp, karmaşa yaratması demek. Eğer iş çıkışına rastladıysa eve geç gitmek demek. Sırıksıklam ıslanıp sudan çıkmış balık gibi olmak demek...

6/12/2006

Lagara Lugara


bir sürü kişi...

sanki bir uykuda...

korkunç bir uğultu vardı,uyutucu, uyutucu.

oturmuşlar kalkmıyorlar,her zaman bile bile.

hep aynı şekilde,hep aynı hep aynı.

lagara lugaralagara lugara lagara

sigara sigara çay sigara.

bense bak,kaçacam buradan birazdan.

bilmeyi istemeden, ve bilmekten korkarak...

zaman önemsiz miydi sanki?

hep aynı hep aynı.

nejat yavaşoğulları'na teşekkürler....















6/10/2006

Kazım Koyuncu

Karadeniz'in Asi Çocuğuydu... Harbi delikanlıydı... Gerçek müzisyendi... Karadeniz müziğini kitlelere sevdirdi... 33 yaşında göçtü gitti...
"ve bir gün insan da ölür çimen gibi,yaprak gibi sarsılır yeryüzü yerinden devrilen koca bir ağaçtır sanki durur atışları yorgun kalbimizin el,ayak kesilir göz ölür,dudak ölür,kan ölür susar ta içimizde yıllardır çalan çalgı bütün teller ses vermez olur acılar diner ve bir gün biter bu çirkin oyun perde iner."

Ümit Yaşar Oğuzcan

''Hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkişotlar'a, ateş hırsızlarına, Ernesto 'Çe' Guevara'ya, yollara -yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz... Her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya."

Kazım Koyuncu

Yönetmenliğini Ümit Kıvanç'ın üstlendiği, Koyuncu ailesi ve arkadaşlarının da desteğiyle Kazım Koyuncu Belgeseli hazırlanıyor...

http://www.kazimkoyuncu.com/

Kazım Koyuncu anisina en sevdiğim iki şarkısını mixledim kendime göre....

Koyuncu_SpecialMix_Kayihan

6/05/2006

15.Yıl Balosu

1991 yılının haziran ayı... 18 yaşındayım... Mezuniyet balosu heyecanı... Günler önceden yapılan hazırlıklar... Balo gecesi rüya gibi... 2006 yılının haziran ayı... 33 yaşındayım... Mezuniyetin 15.yılı balosu heyecanı... Günler önceden arkadaşlarla yapılan planlar... Balo gecesi rüya gibi... Tam 15 sene geçmiş ama sanki dün gibi... Yaşlar büyümüş ama ruhlar hep aynı... Yıllar geçse de dostluklar hep ilk günkü gibi aynı... Karşılıksız ve sonuna kadar içten, samimi....

5/28/2006

Konya

Geçen hafta iki günlüğüne Konya'daydım. Geniş caddeleri, modern toplu konutları, alış-veriş merkezleri, gelişen
sanayi siteleri ile modern bir görüntü vermesine rağmen düşünce kalıpları ile bu görünüme tezat bir kentti.
Örneğin; kaldığım otelin kapalı yüzme havuzunu kullanım şartlarına göre
belli bir saate kadar kadınlar belli bir saatten sonrada erkekler havuzdan faydalanabiliyordu.
Katılım bankaları müşterileri ile diğer bankaların müşterileri arasında önemli bir profili farkı gözlemlenebiliyordu.
Bir grup insanın manevi değerlerinden faydalanılarak büyük bir ekonomik gücün belli bir düşüncenin faydasına yönlendirildiğini düşünüyorum.
Manevi değerlerine önem veren Türk halkının böyle bir kandırmacaya itilmesi gerçekten üzüntü verici.

5/22/2006

Ayvalık Evleri


Günbatımı

19.Mayıs.2006 tarihi Ayvalık Şeytan Sofrası günbatımı fotoğrafları...
Bir gecenin koynundayım
Yapayalnız...
Uzaklarda bir yerlerde
Güneşler doğuyor...

5/15/2006

İnkumu, batı karadeniz de cennetten bir köşe...
Korykos da yaşayan krallardan biri , bir kız çocugunun olması için gece gündüz dua eder. Sonunda istegi yerine gelmir ve çok güzel bir kızı olur. Saraya gelirken falcılardan birim kralın biricik kızının bir yılan tarıfından sokularak öldürülecegini söyler. Kral da kızının bu kötü sondan korumak amacı ile denizin ortasına yılanların erişemeyeği bir kale yaptırır. Fakat kader oyununu oynar. Kralın güzel kızının canı üzüm ister. Kral da kızına Tarsus beyaz üzümü yollar. Kız çok sevdiği meyveden yemek için elini uzatınca üzüm sepetinde saklanan zehirli yılan genç kızı sokar ve öldürür. Tabi bu hikayedir,masaldır, efsanedir....

Sarıyla, Kırmızıyla Alnımızın Akıyla Şampiyon

Çok klasik olacak ama küçüklüğümden beri Galatasaraylıyım. Hani '' kendimi bildim bileli '' . Otuz seneyi geçmiş demek. Her konuda objektif olmaya gayret gösteririm. Ama konu Galatasaray olunca terazinin dengesi galiba biraz kaçıveriyor. Gerçek şudur ki Galatasaray taraftartarının çoğu son hafta gelen bu şampiyonluğu beklemiyordu. Tabi ki son haftalarda gelişen olaylar yüzünden. Yoksa Galatasarayın tüm sezon boyunca herkese keyif veren bir futbol oynadığına inanıyorum. Şampiyonluğun hediye edildiğini telafuz ederken sezonun tamamını değerlendirip konuşmak lazım diye düşünüyorum. Galatasaray hak ederek bu şampiyonluğu almıştır. Çok değerlidir. İnancın, kendini ispat etme gayretinin ödülüdür bu kazanılan şampiyonluk. İlahi bir adalettir.

5/12/2006

file ve sarımsak: yemekle tanışmam

file ve sarımsak: yemekle tanışmam

Hayat denen macera filmini başa sarınca ilk olarak gözümün önünde canlanan ilk varlık annemdir doğal olarak.Daha sonra adı üstünde ilkokul. Biraz filmi hızlı sarıp ilk üniversitedeki günüm.Tek başına hiç bilmediğin bir ortama evinden çıkıp acemice dalış ve bir süre etrafa bakındıktan sonra geçen zamanın da yardımıyla kuzuluktan kurtluğa geçiş.Ve işte en zor dönem üniversite biter ve ilk iş başvuruları başlamalıdır.Etraftan özgeçmiş örnekleri bulunur. Çok fazla da yazacak bir şey yoktur aslında sadece dış görünüşü süslü içeriği epey boş özgeçmişlere.O tarihlerde daha ne internet yaygındır ne de internetteki kariyer siteleri ..Her Pazar insan kaynakları gazeteleri heyecanla beklenir. Uygun olabilenlere fakslar gönderilir hatta posta,elden teslim gibi şu dönemde çokta fazla kullanılmayan yöntemlere başvurulur.Tabi bu arada referans araştırma çalışmaları başlar ,bu süreç her dönem için hiç değişmez değişmeyecektir. Referansı olanlar sadece referans sürecini yaşar hatta gereken kişiye ulaşılır ve akabinde göreve başlanır.Bu gruptakilere şanslı doğanlar deriz.. Başvurular ardı ardına gönderilir ilgili posta kutularına ve ümitsiz bir razı oluş başlar süreç uzadıkça.Bununla beraber yıllarca mücadele ettiğimiz sınav sinsilesi üniversiteyi bitirsek bile bizi bırakmamıştır. Sanırım bu durum Türk gençliğinin kaderidir.Ve ilk sınava girilir.Üniversite sınavından daha önemlidir çünkü kaybederseniz hayattada kaybetmeye başlayabileceğiniz günler yakın gibi gelir insana halbuki ilk sınavı kaybedersiniz iki,üç,dört ve diğerleri. Bir süre sonra sınavlardan umut kesilir ve diğer yöntemlere başvurulur (bknz.referans).Neyse ki bende böyle bir durum olmadı. Askerliğim dönüşü girdiğim iki sınavı sırayla kazandım ve iki seçenek içinden bana göre doğru olanı seçmek göreviyle baş başa kaldım.Yıllar sonra hata yaptığımı anlamıştım ama diğer seçeneğinde beni bir yere götürmeyeceği bir süre sonra belli oldu. Sınav aşaması biter ama daha işe alınmamışsınızdır.Şimdi en zor olan mülakat safhasındadır sıra.İlk mülakatınıza girdiğinizde sesiniz titrer,heyecandan avuç içleriniz titrer eğer görüşmede bir şeyler içmeniz teklif edilirse çok dikkatli olun. Yoksa karşınızdakinin hafızasında çok kalıcı izler bırakabilirsiniz bir fincan kahveyi üzerinize dökerek. Sözün kısası insanların hayatları devam ettikçe ilkler hep var olacaktır.Önemli olan yaptığımız her işte ilk günün heyecanını duymak ve o heyecanı tüm iş hayatında sürdürmektir. Heyecanımızı kaybettiğimiz gün o iş bizim için dayanılmaz olacaktır. İş hayatında sürekli birileri bize heyecan yaratamayacağını unutmadan yolumuza devam etmeliyiz.
Hayatın geçiş dönemlerinden biridir otuzlu yaşlar... Artık genç kategorisine girmezsiniz ama orta yaşlı da sayılmazsınız. Gittiğiniz ortamlarda etrafınızdakilere nazaran ya yaşlı ya da genç kalırsınız. Çok aktif ve hareketli olduğunuzda çevrenin bakışlarından'' koskoca adama bak hiçte yakışıyor mu ?''tarzında ifadeleri hissederken , sakin ve fazla hareketsiz olduğunuzda ruhunuzun öldüğü endişesine kapılır etrafınızdakiler.Ortalıkta kalmış gibisinizdir. Sizden küçüklerin yaptıklarına ayak uyduramazken sizden sonraki jenerasyon fazlasıyla size demode gelir.Hip-hop hoşunuza gidiyordur ama alaturka müziği de seviyorsunuzdur. Öyle bir döneme gelmiştir ki otuzlu yaşlarınız , çocukluk yıllarınız ülkenizin seksenli yıllar dediği hiçbir dönemine benzemeyen bir tarihi geçiş sürecine denk düşmüştür. O dönemde yaşananların benzerini ne sizden öncekiler yaşamış ne de sizden sonra doğanlar yaşayacaktır. Hiç televizyon görmemiş bir nesil varken arkanızda, önünüzdekiler plazma televizyonlar ile uydu bağlantılarıyla yüzlerce kanal arasında kaybolmaktadır. Sizler kitap okurdunuz ,kitapların sinema filmleri seyredilmektedir. Okurken kurduğunuz hayaller artık hazır halde insanların karşındaki perde de oynamaktadır.Hayat inanılmaz şekilde basitleşmiş,iletişim olanakları sınırsız bir hal almıştır.Doğal olarak hayatınıza farklı endişeler girmiştir. Oysa ki sizlerin çocukluk ve ilk gençlik yıllarında mobil telefonunuzun kontörü ve şarjı bitmesi gibi bir endişeniz,aradığınız kişiye ulaşamayıp tekrar bir deneme yapma gayreti veya sinyallerde ki zayıflamadan dolayı seyrettiğiniz programın yarıda kalma ihtimali hiç olmamıştır. Siyah-beyaz televizyondan renklisine geçmek hayatınıza kim bilir ne renkler katmıştı o zamanlarda ?Orta okul yıllarımda arkadaşımın saatinde bir araba yarışı oyunu vardı ,iki santimetrekare ekranda onunla oynamak ne keyifli bir durumdu.Biribirimizle kavga ederdik daha fazla oynayabilmek için.Günümüzde dev ekranda ve yüksek kapasiteli ses sistemleriyle sanki otomobil pistinde yarışıyormuşçasına bu oyunları oynuyor çocuklar daha gelişmiş versiyonlarını heyecanla beklerken.Otuzlu yaşlar gelip geçerken işte insanın aklına bu ve bunun gibi bir çok soru takılır.Acaba çocukluk ve ilk gençlik dönemleri şimdikilerden daha mı keyifli yoksa daha mı ilkel ve renksizdi diye. Eğer cevap ikinci şıksa o zaman bizim baba ve dedelerimizin yaşadığı hayatları nasıl tanımlamak gerekirdi? Günümüzün yeni nesil olarak adlandırılan bireylerinin yaşadıkları hayatlar çok mu tatminkar onlara göre? Belki de sorunun cevabı insanın kendi içinde gizli , zaman ve mekanın hiç önemi yok.
Çalıştığım binadan çıkıp kalkan servislere doğru yol alırım her akşam.. İnsanı uçuran bir rüzgar varsa İstanbul'da sabah pardesü ve şemsiye de almışsam lakin o şemsiye elimde sadece sopa görevi görür.. Sürekli ağrılı sızılı adamımdır ben.. Bu iş hayatı stresleri hastalık hastası yapmıştır beni... Bir ara panik atak bile oldum düşünün artık... Kısaca hayat çok güller gülistanlar içinde geçmez ... Ofisim merkezin içinde olmadığı için her akşam servise yürürüm... Tabi ki İstanbul'un iğrenç trafiği tam bir saatte bazı zamanlarda daha fazla sürede karşıya geçebilirsin.. Lakin insan istanbulda yaşayınca buna zorla katlanır.. Yani tecavüz ve zevk alma ikilemidir.. Serviste günlük gazetemi ve kitaplarımdan artık hangisi varsa onu okuyarak yarıda uyuklayarak gelirim... Her daim başlayıp bitiremediğim bir iki kitabım olur başucumda, çantamda... Servisten inip eve doğru on dakikalık yürüyüşüm başlar işyeri servisini kullandığım zamanlarda.. Bu sırada sırada kesik kesik şarkılar söylerim, yoluma çıkan sokak köpeklerinden rahatsız olup karşı kaldırıma geçtiğim anlar olur.. Rüzgarlı havalarda rüzgar estiçe pardesüm ve kravatım hava da dalgalanır acayip karizmatik hissederim kendimi... Eve girmeden markete uğrarım çikolatalı dondurma alırım.. Her mevsim dondurma bulundururum evde ama şimdi tam zamanıdır... Hem kaloriside az... Geldiğimde sofra hazır olur.. Ara sıra yorgun günlerin akşamında yaptığım gibi yemekte bir kadeh tekirdağ alırım buzlu ve dublesinden.. Aç karnına içince tabi az sonra hafif çarpar beni o ayrı.. Sonra da tatli bir uyku basar sabah altı civarı kalkmak uzere... Evet bu şehri seviyorum.. Burası bir virüs gibi ... İnsanın kanına girdiğinde artık çıkmıyor.. Deli deli akıp duruyor sessizce..
Sanatçıların ölümü ayrı bir etkiliyor beni.Evet her ölüm erken ölümdür bence.Pazar günü harem'den üsküdar'a doğru giderken Kız Kulesinin karşısındaki bir mekanda Cem Karaca Cuma-C.tesi pankartını görünce vay be Cem Baba şimdi de buraya gelmiş diye geçirdim içimden. Ne mutlu ki ölmedem Shaft'ta tam en önden kendisini seyretme şerefine erişmiştim.O zaman yanımdakilere demiştim ki ''iyi bakın sahnede bir tarih var ve bu tarihi çok fazla seyretme şansımız olmayacak''. Sanırım çoğu insan da benim gib düşünüyordu.Ve beklenen son...59 yaşında olmasına rağmen 70 gibi gözüküyordu ama şarkılarını söylerken 25 gibiydi kendisi... Bu yaşımda o performansı sergileyemezdim doğal olarak.Sanırım 70 yaş görüntüsü geçirdiği onca yılların kalıntılarıydı teninde ki. Yine aynı sahneler yaşanacak bu akşam tv.lerde,bir grup insan konuşacak biraz resimdeki gözyaşları biraz namus belası arka fon müziklerinde duyulacak ve klasik yaşarken vermediğimiz değeri öldüğünde vereceğiz Cem Baba'ya... Dün akşam arkadaşlar ile çalarken bizde ruhunu şad ettik şarkılarıyla.Bir müzisyenin arkasından yapılacak en güzel şey onun parçalarını çalmaktır bence.Keşke ben öldüğümde de birisi çalsa benim parçalarımı hatıra olaraktan :)) Barış Manço,Cem Karaca ve Erkin Koray dır Türk Rock müziğinin üçlü saç ayağı ve sadece bir tanesi kaldı.Onu koruyabliyor muyuz ?HAYIR.. Bir gün Erkin Baba'nın arkasından da aynı fotokopi çekilecek yaşanmışlar olaraktan... Hayat devam ediyor...
İstanbul.. Mahmur sabahlarına uyandık İstanbul'un Sabah biz ve İstanbul çakırkeyif Sersem aşıklardık biz hep böyle olduk İstanbul aşktı, İstanbul olduk Ruhlarımız aylak, hatta serseriydik Mahalle kızının namus bekçileriHayat şakaydı, aşklar ciddi El değmemiş aşkların eseriydik Acılarım, sevinçlerim, Ergenliğim,olgunluğum Oynak yarim, oynaklığım, canım İstanbul'um

Bilinmeyene

Hayatın görünmeyen yüzü ne kadar çok iyimserlik katıyorsa diğer yüzü ise o kadar karartır ruhlarımızı.
Her zaman olduğu gibi hepsi üst üste gelir sıkıntıların belli zamanlarda birbirleriyle yarışırcasına. Haksız olduğumuz bir çok kırılma noktaları olduğu gibi bu kadar tepkiye neden gerek duyulur ? Sürekli bir karşılaştırma yapılır iç dünyalarımızda.
Hayatı neden rahat yaşayamıyoruz süresi belirsiz bu yaşam sahnesinde ?
Kesinlikle bakış açısı farkı bu.
Ne zaman mutsuz ne zaman mutlu olacağımız ise ne kadar belirsizdir?
Çıkmaz yollar sürekli kesiyor biribirlerini durup usanmadan.
Herşey olacağına varacak bir gün elbette.
Biraz daha rahat olmalıyız nefes alırken veya gülümserken aynaya bakıp.
Rahat ve umursamaz gibi hayata duruşumuzu birde beynimize ve kalbimize yansıtabilsek.
Etrafta binlerce laf dolanırken rahat olmak çok zordur dünyalarımızda...
Ama ne olursa olsun her karanlık aydınlığa çıkacaktır bir gün...

Bilinmeyene....

5/11/2006

Karadeniz ile Marmara'nın kavuştuğu noktanın Anadolu tarafındaki fenerine gelmeden önce ufak bir koy etrafına konumlanış küçük bir köy... Evleri tepeden hem karadenize hem boğaza bakar..Günbatımı muhteşem.. İstanbul'da yaşayıp Karadeniz havasının solunabileceği harika mekan... Pazar günleri bunaltıcı İstanbul şehir yaşamından kopup insanın kendisini atabileceği en serin sular :)