11/23/2008

2008 ''Issız Adam'' Molası

Egemen ve Rüzgar'lı günlerimizde 45 günü geride bıraktık.Her ne kadar dışarı çıkmak büyük bir merasim olsa da hafta sonları dört kişi olarak gezmek üniversite yıllarımdan beri unuttuğum keyifli bir durummuş.

Bu haftasonu Egemen ve Rüzgar kardeşleri bir kaç saatliğine babaanne ve dedelerine bırakarak bir film molası verdik.Çevreden ve basında yazan yorumlardan ve Çağan Irmak adına da güvenerek ''Issız Adam'' filmini seçtik.En sonunda söyleyeceklerimi hemen baştan söylüyorum; ''Osmanlı Cumhuriyeti'' filmini tercih etseydik en azından iki kahkaha atmış olarak salondan ayrılabilirdik ama ''Issız Adam'' filmini seçerek vasat bir film seçmiş ve kısıtlı bulabildiğimiz zamanı kaybetmişlik duygusuyla salondan ayrıldık.

Sanat ile ilintili her türlü aktivitede isim yapmış olmak her daim ilgili sanatı takip edenler için çok önemli bir referanstır. Eğer bir yazarın veya bir bestecinin bir eserini beğendiyseniz bundan sonra ürettikleri her üretimi yeni bir heyecanla takip ve talep edersiniz.Bunun nedeni ise her daim beğenmiş olduğunuz eserdeki tadı tekrar aynı kişinin başka eserinden de almak isteğidir.

Tabi bu eserler beklentileri karşılamadıkça sanatçının marka değeri yeni ürettikleri açısından düşer ve prestij kaybeder. Benim düşünceme göre bu durum bir sanatçı için tehlikeli bir durumdur.

Türkiye'de de benzer durumlar yaşanır fakat bir grup tarafından bir eseri ile beğenilen sanatçı bu seviyeye eriştikten sonra ne yapsa beğenilir veya beğenilmiş gibi yapılır. Sanatçıda bu rahatlık içinde ne yapsam kabul görür mantığıyla hareket ederek popüler bir fügür olarak tüketim toplumu içinde yerini alır.

Çağan Irmak, ''Babam ve Oğlum'' filmiyle hepimizi bir sarsmıştı gerçekten. Bunun verdiği bir beklentiyle ''Issız Adam'' filmine biletlerimiz aldık ve Anadolu Yakası'nın en son açılan alışveriş merkezi Palladium'un Cinebonus Salonları'nın oldukça rahat koltuklarında yerimizi aldık.

Konunun aşk hikayesi olduğunu bildiğim için çok fazla beklentim yoktu ama konu o kadar sıradan ve beklendiği gibi gelişti ki, gerçekten Çağan Irmak'tan bu kadar sıradan bir film beklememiştim. Çizilen karakterler ve filmin geçtiği Beyoğlu o kadar bildik ve tanıdıktı ki filme sadece nostaljik şarkılar biraz renk verdi. İşitsel duyuları görsel duyularına göre daha önde olan biri olarak bir film veya dizide benim için en önemli kriter konu ile örtüşen müziktir. İyi bir görsel malzemenin müzik ile bütünleşmesi başarısı için temel bir gerekliliktir. Örneğin Asmalı Konak ve Bir İstanbul Masalı dizilerinin başarısındaki en büyük etken herkes tarafından beğenilen başarılı müzikleridir.

Filmin ilk on dakikası doyumusuz bir metropol erkeğinin cinsel aktivite çeşitliliği üzerine geçince acaba nasıl bir aşk filmine geldik diye düşündüm doğrusu. Daha sonra bu adama plak koleksiyonculuğu sosu ve Fransız filmlerinden fırlayan seçkin bir restorantın genç ve karizmatik işletmeciliği etiketide eklenince yap-bozun kareleri yavaş yavaş oluşmaya başlıyordu. Tabi filmi seyreden hanımlarda filmin havasına girmeye başlıyorlardı. Bir sonraki sahnede ise beklenen aşk masalı çok tanıdık bir şekilde zoraki tesadüflerin gölgesinde yazılıyordu. Gerisi hepimizin defalarca seyrettiği tutkulu ve ihtiraslı aşk sahneleri, yemek yapma ritüelleri , bir köşelerde kalmış anne-oğul dialogları, küçük şehir-büyük şehir ikilemleri vb. derken ilk yarı bitti. İkinci yarı ise hap şeklinde seyirciye verilen ağdalı ayrılık ve ayrılık sonrası yaşananlar ve nihayet yıllar sonra iki aşığın tesadüf karşılaşması ve içlerinde sakladıklarını söyleyemeyerek seyirciyi vuran son ayrılık hikayesinin taraflardaki yarattığı travma. Acele ile gelinen beklenen final. Ve kulaklarda kalan nostaljik melodiler...