12/06/2006

İlk Adımı Atmak

Her zaman ilk adımı atmak zordur.

Her başlangıcın zor olduğu gibi.

Hayat denen macera filmini başa sarınca ilk olarak gözümün önünde canlanan ilk varlık annemdir doğal olarak.

Daha sonra adı üstünde ilkokul.

Biraz filmi hızlı sarıp ilk üniversitedeki günüm.

Tek başına hiç bilmediğin bir ortama evinden çıkıp acemice dalış ve bir süre etrafa bakındıktan sonra geçen zamanın da yardımıyla kuzuluktan kurtluğa geçiş…

Ve işte en zor dönem üniversite biter ve ilk iş başvuruları başlamalıdır.

Etraftan özgeçmiş örnekleri bulunur.Çok fazla da yazacak bir şey yoktur aslında sadece dış görünüşü süslü içeriği epey boş özgeçmişlere.

O tarihlerde daha ne internet yaygındır ne de internetteki kariyer siteleri ..

Her Pazar insan kaynakları gazeteleri heyecanla beklenir.Uygun olabilenlere fakslar gönderilir hatta posta,elden teslim gibi şu dönemde çokta fazla kullanılmayan yöntemler.

Tabi bu arada referans araştırma çalışmaları başlar ,bu süreç her dönem için hiç değişmez değişmeyecektir.Referansı olanlar sadece referans sürecini yaşar hatta gereken kişiye ulaşılır ve akabinde göreve başlanır.Bu gruptakilere şanslı doğanlar deriz….

Başvurular ardı ardına gönderilir ilgili posta kutularına ve ümitsiz bir razı oluş başlar süreç uzadıkça…

Bununla beraber yıllarca mücadele ettiğimiz sınav sinsilesi üniversiteyi bitirsek bile bizi bırakmamıştır.Sanırım bu durum Türk gençliğinin kaderidir.

Ve ilk sınava girilir.Üniversite sınavından daha önemlidir çünkü kaybederseniz hayattada kaybetmeye başlayabileceğiniz günler yakın gibi gelir insana halbuki ilk sınavı kaybedersiniz iki,üç,dört ve diğerleri…

Bir süre sonra sınavlardan umut kesilir ve diğer yöntemlere başvurulur (bknz.referans).

Neyse ki bende böyle bir durum olmadı.Askerliğim dönüşü girdiğim iki sınavı sırayla kazandım ve iki seçenek içinden bana göre doğru olanı seçmek göreviyle baş başa kaldım.

Yıllar sonra hata yaptığımı anlamıştım ama diğer seçeneğinde beni bir yere götürmeyeceği bir süre sonra belli oldu.Sınav aşaması biter ama daha işe alınmamışsınızdır.

Şimdi en zor olan mülakat safhasındadır sıra.

İlk mülakatınıza girdiğinizde sesiniz titrer,heyecandan avuç içleriniz titrer eğer görüşmede bir şeyler içmeniz teklif edilirse çok dikkatli olun.

Yoksa karşınızdakinin hafızasında çok kalıcı izler bırakabilirsiniz bir fincan kahveyi üzerinize dökerek.

Sözün kısası insanlar hayatları devam ilkler hep var olacaktır. Önemli olan yaptığımız her işte ilk günün heyecanını duymak ve o heyecanı tüm iş hayatında sürdürmektir.

Heyecanımızı kaybettiğimiz gün o iş bizim için dayanılmaz olacaktır. İş hayatında sürekli birileri bize heyecan yaratamayacağına göre bütün olay kendimizde bitmektedir…

Şampiyonlar Ligi'ne Veda

Şampiyonlar Ligi'ne veda ettiğimiz buruk gece de Okan Buruk'un attığı gol gerçekten

muhteşemdi.

11/30/2006

Son kez omuz omuza

Mexico City'de 200 metre finali koşulmuş. Amerikalı (siyah) atletler Tommie Smith ile John Carlos birinci ve üçüncü gelirken, ikinciliği Avustralyalı (beyaz) Peter Norman kazanmış.
Madalya töreni için bekledikleri sırada, Carlos, Peter Norman'ın yanına gelerek sormuş: - İnsan haklarına inanıyor musun?
- Evet, inanıyorum .
- Peki ya Tanrı'ya?
- Bütün kalbimle...
Bunun üzerine, iki siyah atlet kafalarındaki eylem planını açıklamışlar, Norman tereddütsüz katılmış:
- Ben eyleminizi destekleyeceğim, bana ne yapmam gerektiğini söyleyin!
İlk defa, o günler için müthiş bir provokasyon hatta devrim sayılacak bir eylem planlıyor iki genç adam:
Amerika'daki ırk ayrımcılığını ve siyahlara reva görülen fakirliği ve ikinci sınıf vatandaşlığı protesto edecekler...
Ama nasıl? Fikir Norman'dan geliyor: bir çift siyah deri eldiven buluyorlar, sağ tekini Tommie, sol tekini John eline geçiriyor; fakirliği sembolize etmek için çıplak ayakla kürsüye çıkıyorlar, başları kederle öne eğik, sıkılı yumruklarını havaya kaldırıyorlar.
Önlerinde duran beyaz atlet Peter Norman da, dayanışmasını göstermek için kalbinin üstüne 'İnsan Hakları İçin Olimpiyat Projesi Hareketi'nin kokartını iğneliyor.
Amerikan milli marşı çalarken plan icra ediliyor ve eylem koyuluyor. Ve tabii dünya birbirine giriyor. Amerika ayağa kalkıyor. Olimpiyatlar bile gölgede kalıyor, dünya gazeteleri yumrukları havada siyah atletlerin fotoğrafını birinci sayfadan veriyor...
Amerikan Olimpiyat Komitesi iki siyahın spor kariyerini o saniye bitiriyor. Eylem amacına ulaşmış, Amerika'daki zenci azınlığın durumu dünya gündemine girmiştir.
Smith ve Carlos spor hayatlarını (ve buna bağlı olarak geleceklerini) feda etmişler ama dünya tarihine geçmişlerdir.
Dünyadaki yüz milyonlarca ezilmiş siyahın ilahı haline gelmişlerdir. Peki ya Avustralyalı beyaz Peter Norman?
Meslektaşım Aynur'un anlattığına göre, Norman'ın da hayatı kararmış. Tommie Smith diyor ki:
"Peter, bir beyazdı. O günlerde siyahların haklarını savunma cesareti gösteren, onurlu ve belkemiği sahibi beyaz çok azdı. Peter, Avustralya'ya döndüğünde kimse yüzüne bakmadığı gibi, herkes tarafından yargılandı. Onun da atletizm kariyeri bitti, spor çevrelerinden dışlandı. Tehditler, işsizlik ve tecrit nedeniyle öyle sıkıntılı günler yaşadık ki, üçümüzün de ilk evliliği sona erdi."
Avustralya Devleti Norman'ı ölene kadar affetmemiş ama... Norman intikamını mezara götürmüş: 1968 Olimpiyatları finalinde ikinci olurken kırdığı 200 metre Avusturalya rekoru hâlâ, 38 yıl sonra kırılamamış.
Ölene kadar süren 'eylem kardeşliği' İki amerikalı ve bir Avustralyalı 'lanetli' atletin o gün başlayan 'eylem kardeşliği' ve dostlukları ömür boyu sürmüş. Aradan geçen 38 yıl boyunca, yazışmışlar, buluşmuşlar, görüşmüşler. Ta, geçen hafta, Peter Norman evinin bahçesinde kalp krizi geçirip 64 yaşında ölene kadar.
Ve şimdi, aşağıdaki fotoğrafa iyi bakın:

Melbourne'de yapılan cenaze töreni.
'Onurlu beyaz atlet' Peter Norman'ın tabutu, Tommie Smith (solda) ve John Carlos'un omuzlarında!
Son kez omuz omuza...

11/21/2006

Aslana Başarılar

2007 Resmi Tatil Günleri

TATİL GÜNÜNÜN İSMİ | SÜRE | AY | GÜN

----------------------------------------+-------+-----------+----------

Yılbaşı |1 gün | 1 OCAK | Salı

----------------------------------------+-------+-----------+----------

Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı | 1 gün | 23 NİSAN | Çarşamba

----------------------------------------+-------+-----------+----------

Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı | 1 gün | 19 MAYIS |Pazartesi

----------------------------------------+-------+-----------+----------

Zafer Bayramı | 1 gün |30 AĞUSTOS |Cumartesi

----------------------------------------+-------+-----------+----------

Ramazan Bayramı Arefesi |1/2 gün| 29 EYLÜL |Pazartesi

----------------------------------------+-------+-----------+----------

Ramazan Bayramı |1. gün | 30 EYLÜL | Salı

----------------------------------------+-------+-----------+----------

Ramazan Bayramı |2. gün | 1 EKİM | Çarşamba

----------------------------------------+-------+-----------+----------

Ramazan Bayramı |3.gün | 2 EKİM | Pperşembe

----------------------------------------+-------+-----------+----------

Cumhuriyet Bayramı |1. 5 gün | 28 EKİM | Salı

| | 29 EKİM | Çarşamba

----------------------------------------+-------+-----------+----------

Kurban Bayramı Arefesi |1/2 gün| 7 ARALIK | Pazar

----------------------------------------+-------+-----------+----------

Kurban Bayramı |1. gün | 8 ARALIK |Pazartesi

----------------------------------------+-------+-----------+----------

Kurban Bayramı |2. gün | 9 ARALIK | Salı

----------------------------------------+-------+-----------+----------

Kurban Bayramı |3. gün | 10 ARALIK | Çarşamba

----------------------------------------+-------+-----------+----------

Kurban Bayramı |4. gün | 11 ARALIK | Perşembe

11/19/2006

Fotoğraflarım

11/08/2006

Bülent Ecevit

Türkiye'nin siyasi yaşamına tam elli yılını harcamış Bülent Ecevit'te aramızdan ayrıldı.Aynen Süleyman Demirel gibi Türkiye'de yaşayan tam üç kuşağın bir şekilde hayatında var olduğu gibi farklı saflarda olsalarda. Krizleri,ihtilalleri,felaketleri onların yönetiminde olduğu zamanlarda sık yaşadı bu üç kuşak. Dürüst ve erdem sahibi olmayanların egemen olduğu politika dünyamızda aslında bu niteliklerin doğal olması gerekirken,sahip olunduğu için ayrıcalık yarattığı ülkemde değer kazandı Bülent Ecevit ismi. Haklı olarak kazandığı ''Kıbrıs Fatihi'' lakabını son başbakanlık döneminde çizdiği aciz ve yorgun tablo ile yıprattı.Zamanında bırakmasını bilseydi diğerlerinin de yapamadığı gibi veya ikinci adamını yetiştirebilseydi merhum, çok daha büyük katkıları olurdu Türkiye'ye Amerika'nın terörist başını hediye etmesinden başka. Sağlığında hakkında ileri geri konuşanlar şimdi Ecevitçi olup çıkacak bir Türkiye klasiği olarak. Dürüst ve ilkeli bir politikacıydı.Laikliğin ve cumhuriyetin tarafındaydı,Atatürkçüydü. Sanatçıydı bu yüzden ince ruhluydu, kibardı. Bir dönem Türkiye'de insanların çocuklarının adını bile vereceği kadar sevilmişti sonuç olarak. Bazılarımızın dedeleri, babaları yıllarca oylarını ona verdi.Hasta yatağında bile yıllarca peşinden koştuğu ''köykent projesi''için destek istedi başbakandan. Hiç bir zaman şaibeler ile anılmadı.Halkın içinde oldu hep,en büyük mal varlığı kitaplarıydı. Örnek bir kişiliği vardı umarım ülkemde onu örnek alacak politikacılar çıkar... Takalar Takalar geçiyor allı yeşilli Takalar geçiyor dümenleri lazlı Takalar geçiyor en nazlı Yelkenlilerden de güzel Güvenli sularda işsiz dönenen Gezi yelkenlilerinden çok duyarak denizi Takalar geçiyor enginlere Yamalı göğsünü gere gere Takalar geçiyor yükle yürekle Takalar geçiyor emekle dolu Günlük güneşlik kıyılardan kopmuş Denizlerde Anadolu Bülent Ecevit

11/05/2006

Barış Manço-Cem Karaca Düeti

Türk müzik dünyasının iki büyük ustası Barış Manço ve Cem Karaca'nın birlikte söyledikleri '' Uzun İnce Bir Yoldayım '' şarkısı görüntüleri...

10/22/2006

Radikal Sokak Kitapları

Radikal Sokak Kitapları, dünyada "bookcrossing" adıyla tanınan bir hareketin Türkiye'deki temsilcisi. Amaç, kitapları özgürleştirmek, hapsoldukları kütüphanelerden çıkarmak; kentleri, ülkeleri hatta dünyayı gezmelerini böylece çok daha fazla okunmalarını sağlamak. Üstelik bu yolculuğu baştan sona izlemek, kitabı en son nerede, kimin okuduğunu bilmek ve okuyanların fikirlerini de öğrenmek mümkün.

Önce Radikal'in özgür kitaplarının bulunduğu bir mekana gidiyorsunuz. Sevdiğiniz bir kitabı seçiyorsunuz. Okuyorsunuz. Sonra sokakkitaplari.org'a kitabı kaydediyorsunuz. İsterseniz yorum da yazabilirsiniz. Veee son olarak kitabı istediğiniz bir yerde tekrar kullanıma sokuyorsunuz.

Eğer size ait bir kitabı dolaşıma sokmak isterseniz, siteye kaydını yaptırıp, Radikal Sokak Kitapları standlarından birine bırakmanız yeterli.

Ve bu site sayesinde kitap avına da çıkabilirsiniz. İstediğiniz bir kitabın izini sürüp, nerede olduğunu bulabilirsiniz.

Şimdi isterseniz önce siteye ücretsiz üyeliğinizi yaptırın ardından kitaplarınızla birlikte siz de dünyayı dolaşın.

http://www.sokakkitaplari.org/

10/20/2006

Eski bayramlar üzerine klasik bir yazı...

Eskiden ama ne kadar eski olduğunu hatırlayamadığım zamanlarda bayram gazetesi çıkardı memleketimizde. Sanırım gazete emekçilerinin yegane tatil fırsatı olduğu zamanlar olurdu o dönemlerde.

Teknolojinin tasavvur bile edemeyeceğimiz hızda ve şekilde geliştiği zamanımızda artık gazeteler çok daha farklı platformlarda çıkabildiği, yazar ve fotoğrafçıların dünyanın neresinde olursa olsun yazı,haber ve fotoğraflarını merkezlerine iletebildiği günümüzde, artık bayramlarda da gazeteler günlük baskılarına ara vermeden devam ediyorlar.

Bayram gazetelerinin bir özelliği de çeşitli gazetelerinin yazarların birlikte hazırladıkları bir nevi ortaya karışık şeklinde olmasıydı ve bu gazetelerde çıkan yazılar klasik olarak eski bayramları anlatırdı çoğunlukla.

Bende bayrama yaklaştığımız bu günlerde blog siteme klasik bir eski bayramlar yazısı yazmak istedim.

Tabi benim yazacağım en eski bayram yazısı beş-altı yaşlarındayken hatırladığım çeyrek yüzyıllık anılar.. (Çeyrek yüzyıl yazınca daha bir eski görünüyor.)

Bayram demek ''yeni giysiler alınması'' demekti ve bayram olgusuna yüklenen bu anlam bayram ismi konulduğundan beri böyle olmuştu bana göre ve böyle olmaya devam edecekti.

Büyüklerimizin anlattığı gibi ayakkablarımı bayramdan bir gece önce başucuma koymazdım ama bayramın ilk sabahı bayram namazından sonra ailece yapılan kahvaltı akabinde yeni giysilerimi giymek için can atardım işin doğrusu. Bayramların İstanbul'da olduğumuz zamanlara rastladığı dönemlerde bayram demek ''uzun bir yolculuk demekti '' Ankara da yaşayan benim için. Yolculuk gerekçesi de Fındıkzade'den Büyükdere'de oturan babaanneme gitme zorunluluğuydu. O yıllarda ulaşım olarak toplu taşıma aracı kullanan bizler için gerçekten uzun bir yolculuktu Fındıkzade-Büyükdere arası.

Genellikle dönüşlerde babamın omzuna yaslanarak uyuya kaldığımı çok net hatırlarım.Tabi bu arada insan kendisine keşke şimdi babaannem olsaydı da yine o uzun yollara gidip bayramda elini öpseydim diyor.Artık Büyükdere'ye bayramlarda kabrini ziyaret etmeye gidiyoruz dönüş yolunda uyuklamadan.

Bayramın diğer en büyük anlamı da harçlık olayı idi.En tatminkar miktarı anneannem verirdi tabi babamın payınıda unutmamak lazım.Düzenli her bayram harçlık veren bir akraba ve eş dost ekibim vardı.Tabi arasıra hiç beklemediğim kişilerden gelen bonuslar fazlasıyla keyiflendirirken beni, beklenenden az olan harçlık hasılatı durumlarında suratımı astırıverirdi normal olarak.

Sanırım yaşıtlarım ve daha önceki jenerasyona ait her çocuğun bayramlar ile ilgili anıları genelde benimkilerle aynıdır.Ama hani '' milenyum çağı'' dediğimiz ikibinler ile ifade edilen yılların çocukları, bayramları zaman ilerledikçe bizlerin yaşadığı duygular ile hatırlamayacaklar gibi geliyor bana.

Yaşanmış ve yaşanacak tüm bayramlara...

10/18/2006

Örümcek-Adam hidayetemi erdi?

Geçtiğimiz günlerde Diyanet İşleri Başkanlığı çocuklar için bir namaz kitabı çıkardı; fakat bu kitap hiç de rastladığımız türden değil.

Diyanet İşleri Başkanı yaptığı açıklamada şunları söyledi: "Çocuklarımızın ilgisini çekecek bir namaz kitabı düşünüyorduk. Bunun için sevilen bir çizgi kahraman olan Örümcek-Adam'ı kullanma fikri bize uygun geldi. Biliyorsunuz 'Örümcek', mağaranın girişine ağ örerek müşriklerin girmesine engel olduğu için İslam dünyasında ayrı bir yeri vardır."

Kitabın içerdiği temel dini bilgilerin yanı sıra sonuna da bir Örümcek-Adam macerası eklenmiş. Fakat bu çizgi romanda bildiğimiz Örümcek-Adam`la karşılaşacaklarını uman küçükler hayal kırıklığına uğrayacaklar, çünkü burada namazı kaçırmak üzereyken örümcek hisleri zil çalan, suçlularla savaştıktan sonra dini sohbete giden bir Örümcek-Adam profili çizilmiş. Kitabın sonunda Örümcek-Adam`ın kendisine özenen çocuğa söylediği söz ise kitabın genel düşüncesini özetliyor: "En büyük süper kahramanlık kişinin kendi ahiretini kurtarmasıdır."

Kitaba tepkiler büyüyor

Kitaba ilk tepki yurtdışından geldi. Amerika`da öfkeli bir grup Spider-Man fanatiği, Marvel Comics binasının önüne siyah Örümcek-Adam kostümü bıraktıktan sonra kitap aleyhinde sloganlar atmaya başladılar. Bu eylem üzerine bir yetkilinin: "Bu olay paralel evrenlerin yalnızca bir tanesinde geçiyor. Bunların sonsuz sayıda olduğunu göz önüne alındığında bu kadar büyütülmesi anlamsız." açıklamasında bulunması öfkeli kalabalığı sakinleştirmeye yetmedi.

Ülkemizde de İslamcı kesimden bir grup, Örümcek-Adam`ın giydiği kostüm nedeniyle alnının yere temas etmediği için kıldığı namazın kabul olmayacağını savunurken bir kısım da suçlularla sürekli savaşıp yaralanan bir süper kahramanın Şafi mezhebinden olmasının daha uygun olacağını öne sürdü. Dakik gazetesinden bir köşe yazarı ise: "Piyasada tonlarca süper kahraman dururken Örümcek-Adam'ın seçilmesi bütünüyle yanlış. Böyle yaparak bizlere örümcek kafalı diyenlere malzeme çıkarıyorsunuz. Aferin." eleştirisinde bulunmuştu.

10/16/2006

Gereksiz Bilgiler

1. Suudi Arabistan'da bir kadın kocasına kahve yapmazsa bu boşanma nedenidir.

2. Bir köpekbalığı 100 milyon damla deniz suyu içindeki bir damla kanı hissedebilir.

3. Bır fare bir deveye oranla daha uzun sure susuzluğa dayanabilir.

4. Insan midesi 2 haftada bir iç zarını yenilemek zorundadır aksi halde kendi kendini sindirir.

5. I harfinin üzerindeki noktaya ingilizler "Dedikodu" derler.

6. Bir bardak taze şampanyanın içine bir kuru üzüm atarsanız üzüm asansör gibi bardağın altından üstüne üstünden altına sürekli dolaşır.

7. Eğer ağzımıza attığımız bir şeye tükürüğümüz değmese onun tadını anlayamayız.

8. Erkek Peygamber Devesi dişinin kokusunu 7 mil öteden duyabilir.

9. George Washington evinin bahçesinde marijuana yetiştirirdi.

10. Zürafa kulağını 53 santim uzunluğundaki dili ile temizler.

11. Lübnan'da dişi bır hayvanla cinsel ilişkiye girmek serbesttir AMA erkek hayvanla yasaktır.

12. Mc Donalds'ın karının % 40'ı çocuk menüsü satışından gelir.

13. Her insanın dilinin izi de parmak izi gibi farklıdır.

14. Tarihi fılm Ben Hur'da çekim ekibinin farketmediği kırmızı bir otomobil görünür.

15. Einstein 9 yaşına kadar düzgün konuşamamıştır.Ailesı onun özürlü olduğunu düşünmüştür.

16. Hergün doğan çocukların ortalama 12'si yanlış Anne babaya verilmektedir.

17. Kağıt para sanıldığı gibi kağıttan değil pamuktan yapılır.1950'den önce kenevir, ağaç kabuğu ve marijuana yaprağı kullanılarak yapılırdı.

18. Çikolatanın köpekleri öldürdüğü doğrudur. Onların kalbine ve sinir sistemine zarar verir. Yarım kilo kadar çıkolata küçük bir köpeği öldürebilir.

19. Birçok ruj çeşidi balık pulu içerir.

20. Katil balinalar köpek balıklarının midesine alttan torpil gibi vurarak onları öldürür.

21. Donald Duck çizgi fılmleri Finlandiya'da yasaklanmıştır. Nedeni kahramanların don giymemesidir.

22. Ketçap 1830'lu yıllarda ilaç olarak satılırdı.

10/09/2006

Güncel Haberler

Türk Basketbolu'nda Rekorlar

Erman Kunter, 1988 yılında Fenerbahçe formasıyla Hilalspor karşısında 153 sayı atarak rekor kırarken, ilk yarıda attığı 81 sayıyla, bir devrede en fazla sayı üreten basketbolcu olarak da tarihe geçti.
1957 İstanbul Ligi'nde Beşiktaş, İstanbul Karagücü'nü 110-56 yenerken, Hüdai Budanur Siyah-Beyazlı takımın 100 sayısının tamamını tek başına attı.
Mirsad Türkcan, NBA'da oynayan ilk Türk basketbolcusu olarak tarihe geçti. Türkcan, 1998'de Houston Rockets tarafından ilk turda seçildi. NBA'de şampiyonluk yaşayan ilk Türk basketbolcu ise Mehmet Okur (Detroit Pistons) oldu.
Avrupa'ya transfer olan ilk Türk basketbolcu ise Yalçın Granit oldu. Granit, Fransa'nın Racing Paris takımında oynamıştı. Fenerbahçe'den altı sezon önce Yunanistan'ın AEK Atina takımına giden İbrahim Kutluay ise ilk kez bir Yunan takımına transfer olan Türk oyuncu olmuştu.
Avrupa'da profesyonel liglerde bir takım çalıştıran ilk antrenör ise Ergin Ataman oldu. 2001-2002 sezonunda İtalya'nın Montepaschi Siena takımını çalıştıran ve takımına ilk sezonunda Avrupa Saporta Kupası'nı kazandıran Ataman, bu kupayı kaldıran ilk ve tek Türk antrenör oldu.
Efes Pilsen, 1996 yılında Avrupa Koraç Kupası'nı müzesine götürerek, ilk kez Avrupa kupası kazanan Türk takımı unvanını aldı. Efes, 1993'te Avrupa Kulüpler Kupası'nda finale çıkarak, Avrupa'da finale çıkan ilk Türk takımı unvanını elde etti ancak final maçında Aris'e 50-48 yenildi.

9/24/2006

Depeche Mode Nothings Impossible ( Acoustic Version)

Bu yaz İstanbul'da ki konserinin ,Touring The Angel 2006 Turnesi'nin son ayağı olması ve seyirci profilinin DM hayranlarının yanında, dünyaca ünlü popüler bir grubun konser organizasyonun da bulunulması gerekliliği endişesini taşıyan kitlenin varlığı sonucu grubun beklenen coşkuyu ve elektriği yakalayamaması nedenleriyle her ne kadar beklendiği gibi coşkulu geçmesede klasik müzik yazısı formatıyla ifade edersem bizlere muhteşem bir görsel ve müzikal bir ziyafet çektiren Depeche Mode'un son albümünde yer alan Nothings Impossible çalışmasının akustik yorumunu herkes dinlemeli...

Not : Internet sitelerinden indirdiginiz .flv uzantılı film dosyalarını izlemek için FLV Player

programını kullanabilirsiniz.

9/21/2006

TED Ankara Koleji Marşı

Kolej marşını öğrencilik yıllarımda söylerken de çok keyif alırdım.
Büyük, güçlü ve sağlam bir yapının parçası olduğumu hissetirirdi bana. Fakat mezun olduktan sonra doğal olarak bu marşı söyleme sıklığım okul ile ilgili özel buluşmalar, kurufasulye günleri dışında çok seyrekleşti.
Ama her söylediğimde duyduğum gurur ve o günleri geride bırakmanın verdiği hüzünle çok faklı çıkıyor melodiler ağzımdan. Hatta kolejli dostlarımla bir yumak halinde söylemenin verdiği keyfi anlamak için yaşamak gerekir düşüncesindeyim.Ne mutlu ki bana marşımızın bestecisi rahmetli Muzaffer Arkan'ı da 15.Yıl Mezuniyeti'mizde görmüş ve kendisini tanımış oldum.
16.09.1950 tarihinde okulumuzun resmi marşı olarak kabul edilen '' TED Ankara Koleji Marşı '' nesilllerden nesillere gururla söylenen ''Kolej Ruhu '' 'nu pekiştiren en güzel mirastır biz Kolejlilere.....
Kolej Marşı
Bozkırda yeşil bir yuva bilgi yuvası
Orda gönüllere dolar dostluk havası
Kız, erkek bütün çocuklar vermiş elele
Yarın hepsi de yurt için birer meşale
Türkiye'de okulumuzun yoktur bir eşi
Nur saçar zihinlere ANKARA KOLEJİ
Kolej bize doğru yolu gösteren yıldız
Orada geçen günleri hasretle anarız
Zamanla herşey değişir belki gün gelir
Fakat yine gönlümüzde ismin yükselir
Türkiye'de okulumuzun yoktur bir eşi
Nur saçar zihinlere ANKARA KOLEJİ
Müzik : Muzaffer Arkan
Söz : Yusuf Mardin
Kolej Marşını dinlemek için tıklayınız

9/18/2006

Yeni Çıkacak Albümler (Forthcoming Album Releases)

Dünya müzik piyasasında 2006 yılının eylül,ekim ve kasım aylarında çıkması muhtemel albümlerin listesi şöyledir;

Eylül 2006

25 My Morning Jacket - Okonokos

25 The Lemonheads - The Lemonheads

Ekim 2006

02 The Killers- Sam's Town

02 Evanescence - Open Door

23 Neil Young - Live at Fillmore East

23 Meat Loaf- Bat out of Hell 3

30 The Deftones - Saturday Night Wrist

30 The Who - Endless Wire

Kasım 2006

06 Bowling For Soup -

The Great Burrito Extortion Case

06 Moby - Go: The Very Best Of

13 Depeche Mode - The Best Of Volume 1

20 Jay-Z -Kingdom Come

20 Incubus - Light Grenades

20 Gwen Stefani - TBA

20 Snoop Dogg -The Blue Carpet Treatment

20 Oasis -Stop the Clocks

Dünyadaki En Tuhaf Ölüm Şekilleri

Uçak kazasında ölme olasılığı, yataktan düşerek ölme olasılğından düşük çıktı. Ölüm de yaşam gibi doğal bir olay. Ancak bazı ölüm nedenleri 'böyle de ölünür mü?' dedirtiyor.

Terörist saldırıdan ölme olasılığı ya da uçak kazasında hayatını kaybetme olasılığı, merdivenden düşerek ya da yataktan düşerek ölme olasılığından daha düşük çıktı! Ölüm de yaşam gibi doğal bir olay. Ancak bazı ölüm nedenleri 'böyle de ölünür mü?' dedirtiyor. Örneğin, başınıza bir lamba düşerek ölmeolasılığınız, uçak kazasında ölme olasılığından daha fazla.

Solak insanların sağ elini kullananlar için yapılan elektrikli testereden ölme olasılığı da, terörist saldırıdaki kayıplardan daha yüksek. İşte, dünyadaki en tuhaf ölüm şekilleri ve insanların başına gelme olasılıkları:

Köpekbalığı saldırısı: 300.000.000/1

Dünyada her yıl ortalama 40 kişi köpekbalığı saldırısından ölüyor. Köpekbalığının saldırısına uğrayarak ölme olasılığı 300 milyonda bir.

Kafaya hindistan cevizi düşmesi: 250.000.000/1

HİNDİSTAN cevizi yılda 150 kişinin ölümüne neden oluyor. Bu ölümlere, alerji ya da tıkanma neden olabiliyor. Hindistan cevizinin insanın kafasına yüksekten düşerek ölüme neden olması 250 milyonda bir gerçekleşiyor.

Lunaparkta ölmek: 300.000.000/1

İngİltere'dekİ en büyük lunapark faciası 1972 yılında meydana gelmiş ve trenlerden biri kopup diğerlerine çarpınca, 5 çocuk ölmüş, çok sayıda kişi de yaralanmıştı.

Uçak kazası: 11.000.000/1

HER yıl dünyada meydana gelen uçak kazalarında ortalama 1.300 kişi hayatını kaybediyor. Bir insanın uçak kazasında ölme olasılığı ise 11 milyonda bir.

Başa lamba düşmesi: 10.000.000/1

İngiltere'de her yıl 5 kişi başına lambanın düşmesi sonucu ölüyor. Erkeklerin kadınlara göre ölme oranı ise 4 kat fazla.

Radyasyon sızıntısı: 10.000.000/1

Nükleer reaktörlerin patlama riski terörizmle birlikte artıyor. Çernobil'de nükleer sızıntıdan sonra 30 bin kişi öldü.

Terörist saldırı: 9.300.000/1

Geçen yıl 651 terörist saldırı sonucu 2 bine yakın kişi öldü.

Sıcak suda haşlanarak ölmek: 5.000.000/1

Çocuklar daha yüksek risk altında. Geçen yıl İngiltere'de 126 kaza tespit edildi. Sadece Japonya'da 150 kişi öldü.

Solakların sağ el için üretilen ürünleri kullanması: 4.4000.000/1

Her yıl 2 bin 500 solak kişi sağ el için üretilen araçları kullanırken öldü. En riskli alet ise elektrikli testere.

Yılan sokması: 3.500.000/1

YIlda 25 bin kişi ölüyor. Daha çok Hindistan'da yılan sokması vakasına rastlanıyor.

Gıda zehirlenmesi: 3.000.000/1

İngİltere'de her yıl 79 bin zehirlenme olayı yaşanıyor ve geçen yıl 200 kişi öldü.

Merdivenden düşme: 2.300.000/1

İngİltere'de her yıl 15 kişi ölüyor. 1.200 kişi ise ciddi biçimde sakatlanıyor.

Yataktan düşme: 2.000.000/1

En çok yaşlılar ve çocuklar risk altında.

Küvette boğulma: 685.000/1

YÜZME havuzunda boğulma vakalarından daha yüksek. Çocuklar ve yaşlılar daha çok ölüyor. Geçen yıl 25 bebek küvette boğularak öldü.

Tren kazası: 500.000/1

İş kazası: 43.500/1

Trafik kazası: 8000/1

Kanser: 5/1

Kalp krizi veya inme: 2,5/1

Tabi bu istatistikler ülkemiz için çok gerçekçi değil !!!

9/14/2006

Üslup Farkı

İzmir kurtuldu, çok tatlı bir yorgunluk, Ankara'ya hareket edecekler.

Trene binerler, kompartımana çekilirler. Ertesi gün kompartımanın kapısını çalar yaveri, açar yorgun, bitkin, kravatını yıkamaktadır Atatürk.

Yaveri "Ya Paşam bu ne hal hiç uyumadınız herhalde niye böylesiniz" der.

"Ya çocuk kompartımanıma yastıkla battaniye koymayı unutmuşsunuz. Kolumu yastık yaptim ağrıdı, setremi yastık yaptım üşüdüm ,ben de uyumadım kalktım" der.

Yaveri: "Aman Paşam! Birimize haber vereydiniz hemen size bir yastıkla battaniye getirirdik" der.

Ve bir ülke kurtarmaktan dönen komutan tarihi bir cevap der ki: "Gece farkettim hepiniz en az benim kadar yorgundunuz.

Hiçbirinize kıyamadım. Önemli olan benim uyumam değil milletimin rahat uyuması".

9/13/2006

Seksenli Yıllar Üzerine...

www.seksenliyillar.com sitesini duyurduktan sonra o yıllardan aklımda kalanları ben de kendi blog sitemde paylaşmak istedim aslında...

Seksenli yıllar, ilkokul hayatım ile başlayıp liseden mezun olduğum dönem itibariyle son bulan, daha otuzüç yılına tanıklık ettiğim yaşam belgeselimin en keyifli on yıllık dönemidir.Hayatın sadece okula gitmek ve ders çalışmaktan ibaret olduğu ekmeğin elden suyun da gölden geldiği bir zaman aralığı olması bu dönemin keyifli geçmesine sebep olan en önemli faktördür.Bizzat yaşayarak tecrübe edilmiştir...

Türkiye tarihinde kilometre taşlarından olan ihtilal dönemlerinin sonuncusu olan seksenli yılların başlangıcı, ilk çocukluk hatıralarımın belirginleştiği bir sıkıyönetim olgusuyla başlar.Yasak olması muhtemel kitapların yakılması,belli gazetelerin evlere girmemesi,akşamları pencerelerden uzak durulması gibi hareketler bu olgunun belirginleşmesindeki faktörlerden bazılarıydır şüphesiz. Okul çıkışlarına tanık olduğum öğrencilerin koşuşturmaları,trafik ışıklarına asılı bomba süsü verilmiş paketler,duvarlara dev harflerle yazılan yazılar bir karmaşa içinde olduğumuz sinyallerini vermesine rağmen neyin ne olduğunu daha altı yaşlarımda pek anlamıyordum doğrusu..

Günümüz ile karşılaştırınca seksenli yılların çok gerilerde kalmış,ilkel bir yaşam tarzımız olduğu fikrini veriyor bana her ne kadar öyle olmasada.Dev ekranlı binlerce uydu kanalı olan plazmaların yerine siyah-beyaz tek kanallı televizyonu seyretmek,katılamadığımız düğün ve davetler için SMS veya e-posta atmak yerine PTT'ye gidip telgraf çekmek gibi.

Yediklerimiz, içtiklerimiz, dinlediklerimiz, seyrettiklerimiz,giydiklerimiz ne kadar değişti seksenlerden bugüne.Ama halen o yıllara duyulan özlem söz konusu.Özellikle de kısır bir döngüye giren popüler kültür elementleri bir çıkış yolu ve yenilik adına hemen seksenli yıllara dönüveriyor ve hemen nostalji adı altında daha önce beğenileni tekrar gündeme oturtuyor.Tabi ki tutma olasılığı çok yüksek.Malum tarih tekerrür.Türk milleti vefakar.

Seksenlerdeki basit ve sade hayatlarımız bizlere büyük keyif veriyordu.Heyecanla beklenen cumartesi gecesi Türk filmleri, pazar sabahlarının değişmezi kovboy filmleri, her sene büyük bir merakla beklenen Eurovizyon şarkı yarışmaları, beraberliğe sevinilen Türk milli takımının futbol maçları, ailece gidilen piknikler, şeytan uçurtmaları,tüm ailenin bir arada bulunduğu bayramlar ve büyüklere,akrabalara yapılan bayram gezmeleri gibi...

Teknolojinin gelişmesi buna bağlı ihtiyaçların çeşitlenmesi ve sürekli gelişen ortamı takip etme isteği basit ve sade bir çok zevkimizi de yok etmiştir.En basit örnek radyodan babamla maçları dinlemek,spikerin tasvirlerini gözümde canlandırmak,başka bir stadta gol olduğu vakit yayının oraya aktarılması ve o an yaşanan merak ve heyecan, şifreli ve dekoderli yayın mantığında maçları seyretmekten çok daha keyifliydi.Gelişen endüstri alanları ve insanları tüketmeye yönelten eğilimler hepimizi stresli,depresif ve karamsar insanlar olmamıza sebep oldu.

Herşeye rağmen seksenleri özlesem de ikibinlerin fırsatları bana daha cazip geliyor açıkçası.En azından internet kavramı olmasaydı seksenler ile ilgili bu görüşlerimi nasıl paylaşırdım sizlerle ... :))

Seksenli Yıllar....

www.seksenliyillar.com adı üstünde Seksenli Yıllar fikri üzerine kurulmuş değerli arkadaşım Ender Şahin'nin hayata geçirdiği bir internet sitesi...

Sitenin açılış sayfasında şöyle demiş Ender ;

Bir çoğumuzun seksenli yıllara ait anıları vardır. Arkadaşlarımızla laf arasında sık sık konuşuruz. Bir Arı Maya vardı hatırlar mısın ? He-Man vardı hiç kaçırmazdım. Aaaa bak bir reklam vardı uuah uuah lee kopııır :)))

Seksenli yılların çocuğu olmak kim ne derse desin bir ayrıcalıktır. Kimileri seksenli yılların çocuklarını gereksiz bilgilerle doldurulmaya başlanmış kuşakların başlangıcı olarak kabul etse de; bizler değişimin en hızlı olduğu dönemin çocuklarıyız. Bizler lambalı radyoyu da gördük Plazma Televizyonları da… Ve bunu 60 lar 70 ler gibi uzun yıllar içinde değil, çok kısa bir zaman içerisinde gördük. Tam geçiş noktasında çocukluk ve gençlik yıllarımızı yaşadık. Zannedersem bir daha bu kadar hızlı değişimlerin yaşayabilecek bir kuşak olmayacak. Biz Commodore 64 ile oynarken bugünün süper bilgisayarlarını hayal edebilen var mı?

İşte amacımız sizlerin anılarında yer eden olayları, filmleri, reklamları, kişileri bir sitede toparlamak. Siteye girip okumaya başladığınızda, çocukluk yıllarınıza ait unuttuğunuz bir hatırayı canlandırmak, yeri geldiğinde hüzünlendirmek, yeri geldiğinde yüzünüze bir tebessüm kondurabilmek..

Saygılar...

Seksenli yıllara özlem duyanların bir göz atmasında fayda var :)

9/01/2006

Tavla

Pers imparatorunun başveziri Buzur Mehir tarafından 1400 yıl önce tasarlanan TAVLA oyunu; dünyanin en popüler oyunlarından biridir.

Zaman kavramından alınan ilhamla tasarlanan oyunun zamana böylesine direnmesi son derece etkileyici. Senenin birliği olarak tavla bir tanedir. 4 köşesi 4 mevsimi, tavlanın içindeki karşılıklı 6'şar hane 12 ayı, pulların toplamı ayın 30 gününü ,siyah -beyaz pullar gece ve gündüzü, karşılıklı 12'şer hane gününü 24 saatini simgeler...

Eski zamanlarda Hint İmparatoru, satranç oyununu Pers imparatoruna,yanında bir mektup ile hediye olarak göndermiştir. Mektubunda oyunla ilgili hiç bir açıklama yapmazken şöyle bir mesaj yazmıştır:

"Kim daha çok düşünüyor, Kim daha iyi biliyor, Kim daha ileriyi görüyorsa O kazanır. İşte hayat budur...

Pers İmparatoru dönemin en alim veziri olan Buzur Mehir ile bu mesajı paylaşarak, ondan oyunu çözmesi ve kendisinin de karşılık olarak Hint İmparatoruna hediye edilmek üzere başka bir oyun icat etmesini ister. Vezir haftalarca calıştıktan sonra gönderilen satrancın her taş hareketini ve oyunu çözer daha sonra da on günde tavlayı icad eder ve imparatora sunar. Hint İmparatoru'na tavla oyunuyla birlikte gönderilmek üzere şöyle bir mesaj hazirlanır:

"Evet, Kim daha çok düşünüyor, Kim daha iyi biliyor, Kim daha ileriyi görüyorsa o kazanır. AMA BİRAZ DA ŞANSTIR. İşte hayat budur..."

8/29/2006

Likya Turu'ndan Kalanlar

Yıllık iznimin diğer yarısını , ülkemizin tanınmış tur operatörlerinden birininin düzenlediği Likya Kültür Turu'na iştirak ederek geçirdim.Bu tarz turlarda şikayet edilecek çok nokta bulmak mümkündür.Bu işin de bir ticaret, bir endüstri olduğunu kabul ederek maksimum kar sağlama mentalitesi çerçevesinde düşünerek amiyane tabirle katılımcıları kazıklama metodları hakkında fazla yorum yapmak istemiyorum.Profesyonellik sınırlarında organize edilmiş başarılı bir gezi olduğunu da ekleyerek yiğide hakkını veriyorum tabi.

Aşağıdaki fotoğraf ve anlatımlar bir sıra dahilinde olmayıp, tur kapsamında gezdiğimiz mekanlarıdan seçtiklerimdir.

Myra Antik Kenti , dünyaca ünlü Noel Baba gerçek adı St.Nicholaos'ın yaşadığına inanılan Antalya'nın Demre ilçesinde bulunan antik bir bölge.Kaya mezarları,antik tiyatro, heykeller ve harabelerin olduğu bir yer.Likya Bölgesi'nin başkenti olduğu söylenmekte.

Kayaköy ,M.Ö 3000'li yıllara uzanan, taş mimari yapısı ile dikkat çeken Osmanlı'nın son dönemlerinde tekrar inşa edilen fakat Batı Trakya Türkleri ile mübadele sonucu köyde yaşayan Rumların boşaltmak durumunda kaldığı zamanın durduğu bir yerleşke.

Kaş bana göre Türkiye'nin en nadide köşelerinden biri. Aslında bir çok kişi içinde ( özellikle de dalış meraklılarının ) böyle. Huzurlu, samimi, harika doğaya sahip bir yer.Ne yazık ki plansız yapılaşma canavarı burda da iş başında. Yukarıda çektiğim fotoğrafın sol üst köşesinde hakim tepelere inşa edilmiş yapılar üzerlerindeki kocaman satılık ilanları ile alıcılarını bekliyor. Umarım Kaş'ın sonuda beyaz beton yığını Bodrum'a benzemez.

Aşağıdaki fotoğraf Kaş'a hakim tepeleri gösteriyor.

Kaş halkı, burda bir askerin silüeti olduğuna inanıyor.

Dikkatli bakılınca şekil, sırt üstü yatmış bir insan figürünü andırıyor.

Kalkan , Fethiye ile Kaş arasında kalan bir tatil beldesi ( Kitaplarda yazdığı üzere ) . Kalkan denince aklama sanırım ilk gelen Patara Evleri. Birde İngilizlerin belde deki gayrımenkul merakı. Son dönemlerde basına yansıyan '' vatan toprakları satılıyor'' söylemlerinin Fethiye civarını gezip yoğun yabancı yerleşimini görünce yok yere edilmediğinin farkına varıyorsunuz.

Her yerde emlakçılar ve vitrinlerini kaplayan sterlin üzerinden satılan villa ve yazlık ilanları mevcut.Tabi İngilizlerin yoğunluğuda gözden kaçmıyor.

Kaputaş Plaşı, Kaş ile Kalkan arasındaki bol virajlı yolun kenarında konumlanmış doğal bir plaj.

Hiç bir tesis yok ve yaklaşık 18o basamaklı bir merdivenden inerek ulaşılıyor.Çok klasik bir tanımlama ama '' cennetten bir köşe nasıl olur ? '' sorusuna güzel bir cevap.

Turkuaz rengi eşittir burası demek yanlış olmaz...

Dalyan Köyceğiz Gölü ile Akdeniz'i birleştiren ana kanal üzerinde bulunuyor.Dalyan'dan meşhur carettaların yumurtalarını bıraktığı İztuzu Plajı'na giderken kanallardan geçiliyor .Tabi bu sırada kaya mezarlıklarını da görme imkanı var.Aşağıdaki fotoğrafı bu kanalların birinden geçerken çektim.Kayalık bir adacık üzerinde çam ağaçları, etrafta rüzgardan sağa sola yıkılan sazlıklar ve arka planda çok yüksek olmayan dağlar...

İztuzu Plajı yaklaşık 6 km. uzunluğunda yani göz alabildiğine kumsal ve tertemiz bir deniz. Dalgalar arasında kaybolmak işin en keyifli yanı.

Bu fotoğrafı Saklıkent Kanyon'u girişinde çektim.

Bu keyifli mekanları kanyonun hemen girişine suyun kenarına yapmışlar.

Çokta güzel olmuş ....

8/28/2006

Osmanlıca Bilgisayar Terimleri

Görev çubugu: değnek-ül vazife

Çift tiklama: tıkortı-ül tekerrür

Administrator: sahip-ül edevat

Software: edevat-ül yumusak

Hardware: edevat-ül civanmert

Anti spyware: müdafaa-ül hafiye

My documents: hazine-i evrak

Internet: allâme-i ulûl arz

Google: kasif-ül ali

Google earth: seyr-ül arz, kasif-ül arz

Denetim masasi: sehba-i saltanat

Cd rom: pervane-ül hâfiza

Ekran: perde-ül temaşa

Kasa: kaide

Enter: duhûl

Virüs: deyyus

Msn: elçi

Hacker: deyyus-ül-ekber

Hata raporu: malumat-ül kabahat

Mail server: divan-ül mektubat

Messenger: havadisçi

Chat: muhabbet ül zabi

Ctrl alt del: has timar zeamet

8/22/2006

Tekne Turu

Likya Turu kapsamında ki tekne gezileri sırasında objektifime takılan tekneler de aşağıda görüldüğü gibidir....

8/01/2006

28 Temmuz 2006 Whitesnake İstanbul Konseri

1987 yılı Whitesnake tarafından ilk zehirlendiğim yıldır. Compact Disc gibi bir ürünün olmadığı o yıllarda daha internette yokken tamamen yasal aldığım kasetler içinde en çok dinlenenler arasında birinciydi bir dönemler Whitesnake 1987 albümü... Gerçi bir dönem Ankara'da çeşitli mekanlarda listeler yapıp karışık kasetler de doldurturduk ya veya albüm demek korsanlık o zamanlarda mevcutmuş ... Whitesnake 1987 albümünü ezbere bilirdim nerdeyse...

01-Still of the Night

02-Bad Boys

03-Give Me All Your Love

04-Looking for Love

05-Crying in the Rain

06-Is This Love

07-Straight for the Heart

08-Don't Turn Away

09-Children of the Night

10-Here I Go Again

11 -You're Gonna Break My Heart Again

ve bu şarkıların çoğunu 19 yıl sonra canlı dinlediğime halen inanamıyorum...

Gerçi o dönem ki kadrodan David Coverdale ve Tommy Aldridge kalsada gelenler gidenleri aratmamış.

Bir dönem Steve Vai 'da Whitesnake ile çalmıştı.Keşke bu konser o döneme denk düşseydi ne güzel olurdu..

David Coverdale' e gelince ayrı bir olay. Çok fazla yazacakta bir şey yok.

Evet efsane.Kısaca efsane. Duruşuyla, hareketleriyle, sesiyle, performansıyla...

Bir de konserin en sonunda tam sahneyi terk ederken bir ''soldier of fortune'' patlattı ki...

Uzun yıllar unutulmayacaktır.

Bir daha yolları buraya düşer mi bilmem ama gösterilen misafirperverlikten çok memnun kaldıklarını ifade etti.

Hatta ''herkes söyleyeceğim ,buraya gelebilirler, korkmalarına gerek yok'' dedi.

Bence, bu ifade aslında bizim sınırlarımız ötesinden nasıl göründüğümüzü gösteren net ve çarpıcı bir örnek.

Konsere gelince gerçekten muhteşemdi. Çok rahatlıkla ,Türkiye'de yapılan konserler içinde en iyilerinden biri olduğu söylenebilir.

Usta müzisyenlerin şovuna dönüşen bir Rock Festivali diyebilirim. Toomy Aldridge 'in bagetleri seyirciye fırlattıktan sonra elleriyle bagetsiz olarak yaptığı o davul solo'yu hiç unutamaycağım.

Konser Fotoğrafları aşağıdaki linklerde...

*http://www.heavymetaltr.com/modules.php?name=News&file=article&sid=689&mode=&order=0&thold=0

*http://img222.imageshack.us/img222/2018/dsc00299dw1.jpg

*http://ozakinci.net/galeri/index.php?list=12

Herşeyiyle benim için unutulmaz bir konserdi. 1999 yılındaki Metallica Konseri 'ni üzerinden yıllar geçmesine rağmen hatırlayabiliyorsam 28 Temmuz 2006 Whitesnake Konseri'ni de yıllarca unutamayacağım...