2/28/2008

Fenerbahçe ve 1983 yılı

Fenerbahçe Türkiye Kupası’nı en son aldığında,

· Kenan Evren Cumhurbaşkandı, Turgut Özal 1983 sonunda başbakan oldu.

· Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan, Alpaslan Türkeş yasaklı liderlerdi. · DSP, SHP, MHP, CHP siyaset sahnesinde henüz yer almamıştı.

· 12 Eylül sonrasının yerel seçimleri henüz yapılmamış, Bedrettin Dalan İstanbul Belediye Başkanı olmamıştı.

· Koç Grubu’nun patronu Vehbi Koç’tu ve görevi Rahmi Koç’a devretmemişti.

· Ünlü illüzyonist Zati Sungur hayattaydı.

· İstanbul Atatürk Havaalanı’nın adı “Yeşilköy Havaalanı” idi.

· Vatandaşlıktan çıkarılan Cem Karaca yurda dönmemiş, “Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda” şarkısını yapmamıştı.

· Türk Halk Müziği sanatçısı Ruhi Su hayattaydı.

· Usta sinemacı Yılmaz Güney hayattaydı.

· Adile Naşit hayattaydı.

· Alışverişlerimizde 5 liralık banknot kullanabiliyorduk.

· Jupp Derwall Galatasaray ile anlaşmamıştı.

· Askerlik 18 aya henüz inmemişti.

· Microsoft, Windows’u yapmamıştı.

· İnsanlık henüz internetle tanışmamıştı (daha 7-8 yıl beklemesi gerekecekti)

· Çernobil nükleer santralı patlamamıştı.

· Cep telefonu, araç telefonu yoktu.

· Telsiz kullanmak yasaktı.

· Taksilerde taksimetre yoktu.

· Apple Macintosh bilgisayarlar icat edilmemişti.

· Philips CD’yi daha yeni üretilmişti.

· Şehirlerarası telefon görüşmeleri için 031’i arar, kayıt verirdik.

· Haberleşmede telex kullanılırdı.

· Televizyonumuz siyah beyaz ve tek kanallıydı (TRT). Renkli televizyonumuz zaten yoktu. · Sovyetler Birliği dağılmamıştı. Almanya, doğu ve batı olmak üzere iki parçaydı; Berlin duvarı yıkılmamıştı.

· Emre Belezoğlu 3, Hasan Şaş 7, Tuncay Şanlı 1, Nihat Kahveci 4 yaşındaydı.

· KDV icat edilmemişti.

· 2. Boğaz Köprüsü yoktu.

· Otoyollar yoktu.

· AIDS yoktu.

· Üzerimizde döviz (dolar, mark v.s.) bulundurmak suçtu.

· İran ile Irak savaşıyordu.

· Telefon numaraları İstanbul'da 6, diğer kentlerde ise 4 veya 5 rakamlıydı.

· Celal Bayar hayattaydı.

· Naim Süleymanoğlu Bulgar vatandaşıydı (Naim Süleymanof)

28.Şubat.2008 GS-FB Kupa Maçı

Klasik tanımlama olarak uzun yıllar konuşulacak bir derbi maçı izledik. Yaşananlar ne olursa olsun tarih neticeyi hatırlar. Bence gecenin en önemli olayı uçuşan kartlar dışında 37 yaşındaki Hakan Şükür'ün on sene öncekine yakın bir performans göstererek 2008 Avrupa Kupası finalleri için Fatih Terim'e göz kırpmasıydı.Kritik gecede golünü atmak suretiyle de selamını gönderdi. Maçtan sonrada tribünleri gezerek takımına tam destek veren seyircisine teşekkür etti.

Kişisel fikrim iki takımda maçı onbir kişi tamamlasaydı daha keyifli bir maç izlerdik ve sonuç değişmezdi.Galatasaray'ın son iki maçında yaşadığı kabuslar çok doğal olarak olumlu bir motivasyon olarak takıma yansımıştı.

Bir kez daha görüldüki Kalli bu takımı sabote etmek için her yolu deniyor.Fenerbahçe on kişi kaldıktan sonra daha motive olduğu ve Galatasaraylı futbolcuların strese girdiğini tribünde oturan en cahil futbol seyircisi bile anlamışken Karl Heinz Feldkamp sanki ayrı bir maç seyrediyormuş gibi ellerini kavuşturup, gözlerini kısıyordu.Bir kere daha şansı yaver gitti ve 90+1 de Ümit Karan kendinisini ve takımı kurtardı.

Belkide gecenin Galatasaray açısından önemli gelişmesi genel anlamda sürpriz bir kadro ile maça başlamaması ve futbolcuların olması gereken mevkilerde oynamasıydı.

Fenerbahçe ile ilgili görüşüm Lugano bu mentalite ile devam ederse daha çok maçı on kişi bitirebilir.Bir Müjdat Yetkiner, bir Abdülkerim Durmaz, bir Kemalettin Şentürk olmaya aday görüyorum kendisini.Volkan Demirel'e gelirsek milli takım kalecisine yaptığı davranışları hiç yakıştıramadım.Son dönemdeki çıkışını bu tarz bir hareketle yavaşlatırsa milli takımımız için büyük kayıp olur.

Sonuçta olarak tarih tekerrür etti. En son kupayı 1983 yılında alan Fenerbahçe'nin kupa hayali önümüzdeki sezonlara kaldı. Bu kupayı 14 kere kazanma rekorunu elinde tutan Galatasaray'n 15.Kupa Şampiyonluğu için önünde bir tur kaldı.

2/26/2008

26.Şubat.2008 Kupa Derbisi

En son yazımda ileriye bakmak gerekir demiştim ama bu gidişle ne kadar ileriye bakarsak bakalım bir şey göremeyeceğiz gibi geliyor bana. Aslında tam olarak yenilmiş bir taraftar ruh halindeyim.İçimden maç seyretmek ve maç muhabbeti yapmak hiç gelmiyor açıkçası.Sonuca yönelik olduğumuz için olumsuz durumlarda bir anda herşey dibe vurmuş gibi gözüküyor.

Bir grup maçında mükemmel top oynayan bir takım bir anda apayrı bir kimliğe bürünüp lig sonuncusuna yenilmesine bir anlam veremiyorum.

Suçlu yönetim mi? Teknik Direktör mü ? Futbolcular mı ? Sanırım hepsi. Aslında bir taraftar olarak çok fazla ciddiye de almamak gerekiyor. Futbolu basit bir oyun diye nitelendirip bir sonraki maçın heyecanını yaşamak lazım belki de.

İşin gerçeği spor basını nasıl yönlendirmek istiyorsa bizleri, bizlerde o tarafa doğru yöneliyoruz, beklentiler oluşturuyoruz.Son lig maçlarında iki rakibinde yenilmesi bu sefer yarın ki maç ile ilgili çok büyük spekülasyonlar ve maçın önemine dair istatistikler yapılmasını,değerli spor yazarlarının yorum üzerine yorum yapmalarına imkan vermedi. Şu dönemde herkes Galatasaray'daki başkanlık yarışını, farklı Leverkusen yenilgisini ve lig sonuncusuna anlaşılmaz bir kadro ile çıkılarak bozguna uğramasının nedenlerini konuşuyor.

Belki de gelişen bu gündem önceki derbi maçlarda olduğu gibi futbolcular üzerine ekstra bir baskı yaratmayarak , beklenenden daha rahat bir maç geçmesine neden olacak veya tarihin en farklı yenilgilerinden bir daha yaşanarak Galatasaray daha diplere sürüklenecek.

İzleyip göreceğiz.

2/22/2008

22.Şubat.2008 Galatasaray ve UEFA Kupası

Galatasaray'ın bir Avrupa Kupası maçını daha geride bıraktık.Galatasaray taraftarları haklı olarak üzüldü Almanlar ve Galatasaray karşıtları sevindi.Hatta yenilen beş gol ziyadesiyle bir kısım insanı mutlu etti.Kişisel olarak hayatımdaki öncelik sıralamamda şu sıralar daha önemli maddeler olduğu için bu sefer daha önceki mağlubiyetler gibi çok fazla üzülmedim. Zaten Galatasaray bu maçı oynama hakkını da büyük bir şans eseri kazanmıştı ve sonuç olarak fazladan iki maç yapmış oldu Avrupa kupalarında.Sezon başıdan beri sakatlıklar ve seyircisiz oynadığı maçlar ile mücadele eden takım bana göre iyi bir yoldadır.Bu mağlubiyete temel alarak ileriye dair umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur. Türkiye Kupası'ndan da elenebilir ama geleceğe dair olumlu beklentilere gölge düşürmeye gerek yoktur düşüncesindeyim.Evet Galatasaray yönetiminin hataları vardır,takımın teknik kadrosunun büyük yanlışları vardır ama dün geceki maç geride kalmıştır.İlerleyen maçlara bakmaktan başka yapılacak bir şey yoktur.

2/19/2008

Haftasonu Kar

Türkiye haftasonuna yoğun kar altında girdi.Neyseki en sıkıntı yaratabilecek şiddetli kar yağışı ve tipi pazar gününe denk geldi.

O kadar uyarılara rağmen yine dün trafikte problemler yaşandı, insanların bir kısmı arabaları ile vedalaşamadıkları için karda mücadele etmek zorunda kaldılar. Sonuçta her sene yaşadığımız kar kış çilesi bu sene de boş geçmedi.

Birbirinin kopyası kar haberleri içinde en çok etkilendiğim haber ise Muş'ta her kış kapanan bir köy yolunun kara yollarının cefakar işçileri tarafından açılma gayretiydi. Tek istekleri köy yolunu açarak köyde bulunan insanlara sağlık ve eğitim hizmetlerinin erişmesini sağlamak ve bunun için saatlerce karın altında mücadele ederek her türlü gayreti göstermek bu insanları gerçekten ülkemizin görünmez kahramanları yapmaktadır diye düşünüyorum.

Öğle yemek arasında ise kar üstüne açtıkları helva ve pideden oluşan menüleri, gönüllü çalışmanın ve vatan sevgisinin nerelerde yaşandığına bir kanıttı.

2/14/2008

Lostra Salonu

Öğlen arası saati.

Her zaman ki gibi Şişli, Osmanbey, Nişantaşı hattındayım.

Sandviç ile geçiştirmek kısıtlı olan bir saatin geri kalan son otuz dakikasını etrafa bakabilmek fırsatı.

Dün şöyle bir gördüğüm ayakkabıları bugün daha alıcı gözle bakmak niyetindeyim.

Ve de bakıyorum.

Sonra da kendi ayakkabıma.

İki gündür yerler çamur içinde şehirde.

Aklıma yeni bir tane almaktansa boyatmak fikri geliyor. Çokta parlak bir fikir değil aslında.

Hemen uygulamaya geçiyorum ve Tarihi Pangaltı Lostra Salonu'nun yolunu tutuyorum.

24.Mayıs.1999'da Hürriyet Gazetesi ile yapılan

2/13/2008

Otuzlu Yaşlar Üzerine

Otuz iki gün sonra otuzbeş oluyorum.Bu durumda otuzlu yaşlar için yazdıklarımı bir kere daha yazmanın zamanı gelmiş.

Hayatın geçiş dönemlerinden biridir otuzlu yaşlar... Artık genç kategorisine girmezsiniz ama orta yaşlı da sayılmazsınız. Gittiğiniz ortamlarda etrafınızdakilere nazaran ya yaşlı ya da genç kalırsınız.

Çok aktif ve hareketli olduğunuzda çevrenin bakışlarından'' koskoca adama bak hiçte yakışıyor mu ?''tarzında ifadeleri hissederken , sakin ve fazla hareketsiz olduğunuzda ruhunuzun öldüğü endişesine kapılır etrafınızdakiler.Ortalıkta kalmış gibisinizdir.

Sizden küçüklerin yaptıklarına ayak uyduramazken sizden sonraki jenerasyon fazlasıyla size demode gelir.Hip-hop hoşunuza gidiyordur ama alaturka müziği de seviyorsunuzdur.

Öyle bir döneme gelmiştir ki otuzlu yaşlarınız , çocukluk yıllarınız ülkenizin seksenli yıllar dediği hiçbir dönemine benzemeyen bir tarihi geçiş sürecine denk düşmüştür.

O dönemde yaşananların benzerini ne sizden öncekiler yaşamış ne de sizden sonra doğanlar yaşayacaktır. Hiç televizyon görmemiş bir nesil varken arkanızda, önünüzdekiler plazma televizyonlar ile uydu bağlantılarıyla yüzlerce kanal arasında kaybolmaktadır.

Sizler kitap okurdunuz ,kitapların sinema filmleri seyredilmektedir. Okurken kurduğunuz hayaller artık hazır halde insanların karşındaki perde de oynamaktadır.

Hayat inanılmaz şekilde basitleşmiş,iletişim olanakları sınırsız bir hal almıştır.Doğal olarak hayatınıza farklı endişeler girmiştir. Oysa ki sizlerin çocukluk ve ilk gençlik yıllarında mobil telefonunuzun kontörü ve şarjı bitmesi gibi bir endişeniz,aradığınız kişiye ulaşamayıp tekrar bir deneme yapma gayreti veya sinyallerde ki zayıflamadan dolayı seyrettiğiniz programın yarıda kalma ihtimali hiç olmamıştır.

Siyah-beyaz televizyondan renklisine geçmek hayatınıza kim bilir ne renkler katmıştı o zamanlarda?

Orta okul yıllarımda arkadaşımın saatinde bir araba yarışı oyunu vardı ,iki santimetrekare ekranda onunla oynamak ne keyifli bir durumdu.Biribirimizle kavga ederdik daha fazla oynayabilmek için.Günümüzde dev ekranda ve yüksek kapasiteli ses sistemleriyle sanki otomobil pistinde yarışıyormuşçasına bu oyunları oynuyor çocuklar daha gelişmiş versiyonlarını heyecanla beklerken.

Otuzlu yaşlar gelip geçerken işte insanın aklına bu ve bunun gibi bir çok soru takılır.Acaba çocukluk ve ilk gençlik dönemleri şimdikilerden daha mı keyifli yoksa daha mı ilkel ve renksizdi diye.

Eğer cevap ikinci şıksa o zaman bizim baba ve dedelerimizin yaşadığı hayatları nasıl tanımlamak gerekirdi? Günümüzün yeni nesil olarak adlandırılan bireylerinin yaşadıkları hayatlar çok mu tatminkar onlara göre?

Belki de sorunun cevabı insanın kendi içinde gizli , zaman ve mekanın hiç önemi yok.

13.Şubat.2008

Dünkü yazım da belirttiğim düşüncelerimi bu sabah Sabah Gazetesi'nde Ergun Babahan'nın yazısında da görünce bu ülkede benim gibi düşünenlerin varlığını bilmem memnun etti açıkçası.13.Şubat.2008 tarihli Ergun Babahan'nın yazısını paylaşmak isterim.

Milliyetçi Cephe ve Bölünme

Süleyman Demirel, 9'uncu Cumhurbaşkanı sıfatıyla konuşmuş ve "Türkiye'de bölünmemiş müessese, halk kesimi kalmamıştır" yorumu yapmış. Haklı, çünkü onun başbakanlığı döneminde Türkiye cephelere ayrılmamıştı, Milliyetçi Cephe Hükümeti kurulmamıştı.

Gençler, evleri basılıp karşı görüşteki insanlar tarafından öldürülmüyordu, Türkiye tek vücut bir haldeydi.

Elbette değildi.

Bugünkü Türkiye ile karşılaştırıldığında durum vahimdi.

Milliyetçi Cephe hükümetleri kurulmuştu, her gün onlarca genç can veriyordu.

Cephe ve bölünme o zaman vardı asıl. Üstelik devletin de taraf olduğu bir bölünme vardı. Hükümetin göz yumduğu ortamda, polisiyle, çetesiyle taraf olan bir tablo vardı ve sadece iktidarın sürmesi için kan dökülüyordu.

"Bana milliyetçiler adam öldürüyor, dedirtemezsiniz" diyen bir başbakan vardı. Şimdi o günleri unutup, o günlerin özeleştirisini yapmadan ortaya çıkmak bence doğru bir davranış değildir.

Bugün Türkiye'nin gidişatından endişe duyan bir kesim olduğu doğru. Ama yangına körükle giden, bu endişeyi körükleyen bir kesimin olduğu da bir başka doğru. Türkiye'de genç kızlar üniversiteye başörtülü girince bütün rejim elden gidecek, Türkiye bölünüyor havası yaymak ise yanlış.

Önemli olan yaklaşımınızdaki samimiyet, geçmiş hesabınız. Sabıka dosyanıza bakmanız gerekir konuşurken.

Kendi döneminizin hesabını vermişseniz, bölünmelerin hesabını sorma hakkınız vardır. Ama Türkiye tarihinin görüp göreceği en büyük cepheleşmeye imza atmışsanız ve bunun tarihi sorumluluğu ile hesaplaşmamışsanız, "içinizin yanması" için, çok ama çok geç kalmışsınız demektir.

Türkiye'de kimse geçmişiyle hesaplaşmıyor, geçmişin hesabını vermek istemiyor. Cepheleri, dökülen kanları, yitip giden hayatları görmezden geliyor. Ecevit "kontr-gerilla" diye haykırırken başını kuma gömenler, şimdi başkalarından hesap sorar hale gelebiliyor.

O zaman olayların üstüne gidemeyenlerin ceremesini bugün Ergenekon'larla ödüyoruz oysa. Geçmişi bilmeyenleri, unutanları kandırabiliriz.

Ama geçmişi hatırlayanlar hep çıkacaktır.

Bahçelievler katliamlarını, 16 Mart bombasını unutmayanlar hâlâ vardır. Ve onların kulaklarında "Bana milliyetçiler adam öldürüyor, dedirtemezsiniz" diyen bir başbakanın sözleri çınlamaktadır.

Onun için bize bölünme hikâyeleri anlatmayın.

Biz bölünmenin ne olduğunu biliyoruz. O cehennemi geçtik ve bizi o yollara götürenleri de çok yakından tanıyoruz.

Ergun Babahan

2/12/2008

12.Şubat.2008 Süleyman Demirel

9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel türban serbestisi ile ilgili görüşünü Güniz Sokak'taki evinde dile getirirken şunları söylemiş; ''Türban konusunun ileride kamuda çalışanlar için de gündeme getirilirse, büyük sıkıntılar ve bölünmeler olabilir. Üniversitede okumak Türkiye’de zaman zaman büyük sıkıntılar geçirdi. Türkiye’de 1970’li yıllarda üniversiteler okunamaz hale geldi. Gencecik çocuklarımız birbirlerini kırdılar, geçirdiler. İnşallah o durumlara düşmez Türkiye.''

Bu açıklama aslında Demirel'in yaptığı olağan açıklamalardan fakat beni aslında hiç şaşırtmaması gerekirken gerçekten şaşırttı.Sanki 1970'li yıllarda bu ülkenin kaderine etki etmemiş, gençleri kamplara ayıran bir tarafın önde giden kişisi olmamış, bir dönem ülkeyi karmaşaya iten bir grup insandan bir tanesi değilmiş gibi rahatça bu açıklamaları yapıyor. Aslında 45 yıldır fazla bir süredir bu açıklamaları yapıyor.Süleyman Demirel'i tanımak için farklı bir gözden bakmak isteyenlere Soner Yalçın'nın ''Bay Pipo'' kitabını öneririm. Yakın tarihimizi anlatan bu kitap gerçek kişilerin ağzından yaşananları aktarmaktadır.

Sonuçta politikacı olmanın gereğide nabza göre şerbet verebilecek açıklamaları yapabilmektir zaten. Sayın Demirel'in Türkiye siyasi tarihine kazıdığı bir vecize vardır :''Dün dündür bugün bugündür.'' Çok şey anlatır bu cümle anlayabilene.

2/08/2008

08.Şubat.2008

Haftanın sonu yine geldi.Meteoroloji Genel Müdürlüğü'ne göre Cuma günü Marmara Bölgesi'nde başlayacak yağmur Cumartesi günü yurdun büyük bir bölümünü etkisi altına alacakmış ve Cumartesi günü Trakya'dan yurda sokulacak kar yağışı Edirne ve çevresinde etkili olacakmış.Son yaptıkları tahminler ile iyice inandırıcılıklarını kaybettiler gibi görünüyor. Özellikle iki hafta önceki beklenen kar ve İstanbul Belediyesi'nin gayretli çalışmaları hepimizi bayağı etkiledi!
Aklıma geçtiğimiz kış aylarında ani bastıran kar yağışları sonucu mahsur kalan insanlar geldi ve şimdi yağmayan kardan öncesi yapılan büyük hazırlıklar.Burası Türkiye olur böyle vakalar...

2/06/2008

Ayasofya


ayasofya, originally uploaded by kayihan_badalioglu.

537 yilinda bitirilmiş.Sonradan camiye çevrilen bu kilise. Anthemius ve Tralles isimli iki matematikçi-mimar tarafından tasarlamış.
Efsaneye göre bekçisi bir melekmiş. Ayasofya yapılırken, inşaata ustalardan birinin çocuğu bekçilik ediyormuş molalarda. bir melek çocuğa görünüp babasını çağırmasını istemiş, çocuk da ayrılamayacağını söyleyince melek “ sen gelene kadar senin yerine beklerim” demiş. Bunu gören imparator Justinianus, yapıya sonsuza kadar bu melek göz kulak olsun diye çocuğa para verip uzak bir ülkeye yollamış.
İstanbul silüetinin değişmez parçası.

Topkapı Sarayı


topkapi palace, originally uploaded by kayihan_badalioglu.

Büyük Osmanlı İmparatorluğu'nun dünyaya açılan kapısı.
Her ziyarete gittiğimde ilk defa gitmiş hissine kapılıyorum.
Her yeri tarih kokuyor.Sanki ''Padişahım çok yaşa'' sesleri etrafta çınlıyor.Osmanlının büyüklüğünü anlamak için mutlaka ziyaret
edilmeli.

2/04/2008

04.Şubat.2008

Konumuz 03.Şubat.2008 Fenerbahçe-Galatasaray Fortis Türkiye Kupası Maçı. Baştan belirtmek isterim ki yazım tamamen taraftar gözüyle yazılmakta olup her hangi bir objektif yaklaşım yoktur fakat genel herkesin kabul edeceği doğrular içermektedir.Bu doğruların Fenerbahçe taraftarına tam ters yanlış olduğu zaten aşikardır.Bir kere daha herkes kabul etti ki rakibi küçümsemek, önceden havaya girmek futboldaki temel hatalardan birisidir. Her oynanacak maç kendi içinde bir ciddiyet ve önem arz eder ve hiç bir maç bugüne kadar oynanmadan kazanılmamıştır.Bir kere daha Fenerbahçeli dostlarımız bu gerçek ile yüzleşmiş oldular.Onlar açısından akşamın pozitif hanelerine yazılabilecek not budur bence.

Maç ile ilgili gündemin en çok öne çıkan maddesi saygı duruşunda Galatasaray taraftarının etmiş olduğu söylenen küfürlerdi.Bu küfürlerin nedeni her ne olursa olsun ( orda taraftarlar arasında bulunanların ifade ettiği saygı duruşu sırasında kendilerine çakmak fırlatıldığı söylenmektedir ne kadar doğru olduğunu bilemem ama bu görüşü destekleyen sabah lig radyoda ki bağlanan bir dinleyicinin Saraçoğlu Stadı'na girereken yeteri derecede aranmadığı iddası insanın aklına farklı durumlar getiriyor ) yakışmamıştır bununla beraber bir grup insanın davranışları tüm camiayı bağlamadığını düşünüyorum ve tekrar tasvip etmediğimi söylüyorum.

Fakat her ne hikmetse dün akşam ki maçta Fenerbahçelilerin öne çıkarttığı husus bu hareketti.Her başarısız oynadıkları Galatasaray maçınan sonra bir şekilde gündemi değiştirmek için yaptıkları bu hareketlere aslında Galatasaray camiası fazla şaşırtmıyordur sanırım.Aklımdaki soru eğer Fenerbahçe Galatasaray'ı yenmiş olsaydı yine aynı duyarlılık gösterilecek miydi acaba?

Maça gelince bir Galatasaray taraftarı olarak oynadığımız futboldan çok memnun kaldım.Yıllardır Saraçoğlu Stadı için yaratılan stres genç oyuncularımızın hırsı ve inanmışlığı sayesinde aşıldı tabi ki Fenerbahçeli medyanında gayet olumulu katkısı olduğunu düşünüyorum motivasyon anlamında.

Yılların kurt hocası Kalli diğer anadolu takımlarına da taktiksel olarak ipuçları verdi Fenerbahçeyi çözmek adına.Kalli'nin tek yaptığı düşünülen hata Hakan Şükür Ayhan Akman değişikliğidir.Tabi ki hocanın takdiridir fakat Hakan Şükür'ün oyundan çıktığı dakikadan sonra Fenerbahçe Galatasaray'ın üstüne daha fazla gelmeye başlamış ve uzun süren sakatlıktan yeni kurtulan Ayhan Akman üzerindeki doğal olan tedirginliği atamayarak takıma katkı sağlayamamıştır.

Dün geceden aklımda kalan beni etkileyen iki sahne var .Birincisi maçın sonlarına doğru artık beklentisini yitiren Fenerbahçe taraftarının sessizliği ve bu sırada orda bulunan ikibinbeşyüz taraftarın takımı çılgınca desteği ve televizyonlara yansıyan tezahüratı, ikincisi ise maç sonunda iki takım futbolcularının birbirlerini tebrik etmesidir.

Yarı Finalisti belirlemek için bir doksan dakika daha kaldı.Tüm Türkiye gibi bende heyecanla bekliyorum.

2/01/2008

01.Şubat.2008

Akla gelenler... Profesör Bahar Karaoğlan soruyor: "Dini inanç gereği üniversitede başörtüsüne izin verilirken Başbakan ilköğretim, ortaöğretim ve kamu görevinde başörtüsüne izin vermeyeceklerini söylüyor. Garanti veriyor! Bizim dinimiz sadece 'üniversitede baş örtülür' diye mi emrediyor?